24 May Eşini Öldürmeye Tam Teşebbüs-haksız tahrik-tutukluluğa itiraz-adli kontrol
….AĞIR CEZA MAHKEMESİ BAŞKANLIĞI’NA
DOSYA ESAS NO :
DAVACI :
MÜŞTEKİ :
ŞÜPHELİ :
SUÇ : Eşini Öldürmeye Tam Teşebbüs
Savunmalarımız
A-) Olayın Öncesi ve Olay Anının Sunumu
- Müvekkilim tutuklu şüpheli sanık, müştekiyle 30 yıldır evli olup, bu beraberlikten halen M.A.ile Ş.A. adlı çocukları vardır.
- Müşteki evlilik süresi boyunca sürekli olarak müvekkilimize şiddet uygulamış, tehditlerde bulunmuş, baskılamış, kişiliğini ezmiş, zaman zaman evden kovmuş, giderek de bu uygulamalarını bir yaşam biçimi haline dönüştürmüş, aynı tutum ve eylemlerini çocuklarına dahi uygulamıştır.
- Müvekkilim bu baskı ve eziyetlere karşı çocuklarının geleceği ve yuvasının dağılmaması adına olağanüstü gayret göstermiş, çocuklarına kanat germiş, birey olamamanın ve ekonomik bağımsızlığının bulunmaması, kendisinin destekten yoksun oluşu, kapalı ve küçük bir yörede yaşamanın geleneksel değer yargıları içinde, “Boşanmış, Dul Kadın” damgasını taşımamak için çocukları adına özveride bulunarak, müştekinin sürdürdüğü baskılara, uyguladığı şiddete boyun eğmiş, buna karşın eşinin düzelebileceği inancını hep koruyarak sabırla beklemiş, ne yazık ki birçok Dünya ülkelerinde yaşandığı gibi ülkemizde de ‘egemen erkek anlayışının’ kurbanlarından biri olan müvekkilim kendisine dayatılan çekilmez hayat koşullarında, kişiliğini, onurunu, “Evliliği ve Çocukları” adına özveride bulunarak bugüne kadar evliliğini sürdürmüştür.
- Müvekkilim, müştekinin uyguladığı ve evliliği çekilmez ve dayanılmaz hale dönüştüren davranışları sonucunda, yapmış olduğu boşanma girişimine karşı aynı şekilde tehditlerini sürdürerek vazgeçmesini sağlamıştır.
Şiddet adeta müştekinin vazgeçilmez bir alışkanlığı haline dönüşmüş, kişilik yapısının ayrılmaz bir parçası olmuştur. Babasında “Şizoit Tip Kişilik Bozukluğu”, “Antisosyal Tip Kişilik Bozukluğu”, “Opsesif Kompulsif Tipi Kişilik Bozukluğu” olduğunu gören oğlu .M.A. babası olan müştekiyi, tedavi ettirmek yolundaki tüm girişimlerini reddetmiş, tedaviye bir türlü yanaşmamıştır.
Oysa; Adli Tıp bilimine göre bu kişilik yapısı içinde olanlar her an potansiyel tehlike yaratabilecek kişilerdir. Ne yazık ki; bu ruh hali içinde olanların bir türlü tedaviye yanaşmadıkları da tıbbi bir olgudur. Ancak adli olaylar içinde bulunmaları halinde, devlet zoruyla veya yargı gücüyle, muayeneleri sağlanabilmektedir. Bu kişilik bozukluğunun kontrolü, ailesine ve çevresine zarar vermesinin önüne geçilebilmesinin yolunun, kişinin “Vesayet Altına Alınması” ile sağlanabileceğinin düşünülmesi gerektiğine inanıyoruz. Kaldı ki bu konuda ….Sulh Hukuk Mahkemesi’ne gerekli başvuru da yapılmıştır.
- Müvekkilimiz 30 yıla yaklaşan evlilik yaşamı içinde horlanmış, her vesile ile baskılanmış, eziyetlere uğramış, şiddet mağduru bir insandır.
Bilindiği üzere; Aile içi şiddet bütün dünyada olduğu gibi ülkemiz açısından da çok önemli bir toplumsal sorun oluşturmaya devam etmektedir. Bir çok etkene bağlı olarak ortaya çıkan ve bireyler açısından oldukça ağır sonuçlar doğuran bu şiddet türünün ele alınması gereken bir yönü de konunun ceza muhakemesi ve infaz hukuku boyutudur. Ceza muhakemesi organlarına en az yansıyan suç tiplerini aile içinde işlenen suçların oluşturduğu bir gerçektir. Zira şiddet eylemi aile içinden birisi tarafından uygulandığında bunun katlanılabilir olarak görülme oranı yükselmektedir.
Türk toplumu geleneksel ve ataerkil bir toplumdur. Bunun ekonomik, sosyal ve kültürel nedenleri vardır. Erkeğin egemen olduğu bir aile yapısı içerisinde kadın genellikle ikinci, hatta üçüncü (çocuklardan sonra) planda kalmaktadır. Başta kadına yönelik olmak üzere, aile içi şiddet olaylarına sıkça rastlanmaktadır. Bunun çeşitli nedenleri bulunmaktadır. Aile bireylerinden ve çevreden çekinme, ekonomik bağımsızlığın olmaması gibi nedenlerin yanı sıra, bu tür eylemlerin kişiler bakımından olağan karşılanması, şiddeti kabullenme, hatta bir hak olarak görme gibi nedenlerde mevcuttur.
Aile içi şiddet mağdurlarının sorunları hem çok, hem de süreklidir. Adli makamlara yansıyan, özellikle kadınların akıl almaz şiddet yöntemleriyle karşılaştıklarını, mahkemelerimiz yargıçları, önüne gelen olaylar nedeniyle çok iyi bilmektedirler. Bunun yanında, bilindiği üzere, bu tür suçların gizli kalma olasılığı çok fazladır. Örneğin kocasının saldırısına uğrayan kadınlardan pek çoğu, karşı karşıya kaldıkları şiddeti, kişisel bir sorun olarak nitelendirir, kimsenin bilmesini istemez, polise dahi gitmez.
Genel eğilim odur ki, karakollara yapılan bu tür başvurularda “Karı koca arasına girilmez”, ”Kadının karnından sıpayı, sırtından sopayı eksik etmeyeceksin”, “Kocadır, sever de, döver de!” diyen geleneksel söylemlerden yaklaşılır ve şiddet mağduru kadınlar hepten çaresizliğe mahkum edilir. Sonuç olarak; Evlilik yalnızca özel yaşam alanı olmayıp, demek gerekirse toplumun bir parçası olması nedeniyle toplumsal yaşam yönü de vardır. Şiddet evliliğin doğal bir kısmını oluşturamaz ve toplumsal yön ihmal edilerek şiddet mağduru asla yalnız bırakılamaz. (Kaynak: Türkiye’de Aile İçi Şiddet, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi, Ceza Hukuku ve Kriminoloji Araştırma ve Uygulama Merkezi, Beta Yayınları, İstanbul – 2003)
- Müştekinin evlilik yaşamı boyunca eşine ve çocuklarına karşı uyguladığı şiddet ve baskısı olay gününe kadar sürmüştür. Ne yazık ki, müşteki hiçbir bedel ödememiştir. Bugün için Mahkemenizce de bilindiği üzere; 5237 sayılı yeni Türk Ceza Kanunu uygulanabilseydi, yeni yasanın, şahısların (kişilerin) diğer şahıslara karşı yaptıkları “eziyet”i yaptırım altına alan maddenin ilgili bendi uyarınca yargılanması gerekirdi.
- Ana başlıklarla sıraladığımız bu olgular zinciri içinde müşteki bu kişilik yapısı içinde saldırganlığını, ailesi ve çocuklarına olan kin ve nefretini son günlerde “Ben bunların hepsini öldüreceğim, pompalı tüfekle vuracağım, bunları temizleyeceğim, karıma acı çektirmek için oğlumu öldüreceğim” demek suretiyle de ailesi ve çocukları üzerinde korku salarak eşini ve çocuklarını sindirmiş, baskısını sürdürmüştür.
- Giderek, müşteki olaydan yaklaşık bir yıl kadar önce eşiyle konuşmaz olmuş, huzursuz, eve gelenlere özensiz bir davranış içine girmiş, yastık altında arabasının içinde bıçak bulundurmaya başlamıştır. Ve olaydan 2 gün öncede tanık D. adlı yakını ile İş Bankası …. şubesi önünde görüştüklerinde “Ben bunların hepsini pompalı tüfekle öldüreceğim, son kurşunu da kendime sıkacağım” demiştir. Bu nasıl bir kin! Nasıl bir nefret! Hangi insani değerlere sığar. Bu hasta ruh halini olsa olsa ancak tıp bilimi açıklayabilir.
- Müştekinin sergilediği tüm bu davranışlara karşın oğlu M.A.ayrı bir ev tutmak zorunda kalmış, kızı korku ve panik içinde çalışma hayatını sürdürmüş, müvekkilim ise eşi tarafından çocuklarının evde olmadığı saatlerde kendisine karşı müşteki tarafından her an bir saldırı yapılabileceği korkusu ile salon kapısını kilitleyerek kendini koruma altına almıştır.
- Her şeye karşın müştekinin yine düzelebileceğini düşünen müvekkilimiz, eşinin olay günü işe gitmeyeceğini, eşine gelen telefondan öğrenmesi üzerine aile dostlarından olan tanıkları, kendilerini barıştırmak için evine davet etmiş, gelen tanıkları evin misafir odasına alıp eşinin gelen konuklara karşı nezaket dışı bir davranış sergileyebileceği düşüncesiyle kapıyı kapatıp, mutfaktaki hazırlıkları tamamlayıp, malzemeleri sofraya götürürken, bu arada elinde sıcak demlikle her zaman ki umursamaz tavrıyla yatakta televizyon seyreden eşine giyinip gelmesini, misafirlerin geldiğini söylemesi üzerine, eşinin kendisine tekme atıp elinde tuttuğu ve içinde sıcak su bulunan demliğin kendisinin ve eşinin üzerine devrilmesi sonucu eşinin yataktan fırlayıp, müvekkilimize bıçakla saldırmak için aranışa girip, hamle yapmak isterken müvekkilimizin o anda ani bir kararla kendisini korumak amacıyla muhtemel bir saldırıyı önlemek için içine girdiği ağır şok ile mutfakta patates kızartılmaya hazır, içinde yağ bulunan tencereyi eşine fırlattığı, ancak, eşinin yandığını görmesi üzerine, gelen konuklardan yardım istemiş, eşinin soğuk duş altına girmesini sağlamış, bu olay sonrası hemen müşteki ve müvekkilimiz …. ilindeki sağlık kuruluşunda tedavi altına alınmışlardır.
B- Müvekkilimizin Eyleminin Kast Yönünden Nitelendirilmesi
Bilindiği üzere; doktrin ve tatbikatta kastın tarifinde bazı kıstaslar tespit edilmiştir. Bunlar:
1- Olayın nedeni, 2- Suçta kullanılan vasıta, (önemli) 3- (İradi olarak husule getirilmek şartı ile)yara yeri, 4- Yaranın mahiyeti, 5- Darbe adedi, 6- Ateşli silahlarla işlenen suçlarda atış mesafesi ve adedi, 7- Mani sebeptir.
Genellikle fiil köklü bir husumet sebebi ile işlenmiş ise, yara hayati bölgede ve hayati tehlike tevlit edecek mahiyette ise, darbe taaddüt etmişse ve fiil mani sebeplerden dolayı tamamlanmamışsa, sanığın öldürme kastı ile hareket ettiği kabul edilmekte ve eylem öldürmeye teşebbüs olarak tavsif edilmektedir. Aksi takdirde fiil yaralama olarak kabul edilmektedir. (Yargıtay Ceza Genel Kurulu, E.1984/-249, K.1985/112, T.4.3.1985, Yargıtay Kararlar Dergisi, C.12,S.2,Şubat 1986,s.275)
Diğer yandan; “Failin iç dünyasını ilgilendiren kast, sonuçlarını bilerek ve isteyerek fiili işleme iradesidir. Öldürme kastını belirleme hususunda ise öğreti ve uygulamada, suç nedeni, kullanılan vasıtanın cinsi, kullanılış şekli, isabet alınan bölge, darbe adedi ve şiddeti, failin suçtan önce ki ve sonra ki davranışları, aradaki husumet gibi bir çok kıstaslara başvurulmaktadır. Bu bakımdan sanığın kastının belirlenebilmesi için olayın kendine özgü tüm özelliklerinin göz önüne alınıp değerlendirilmesi gerekmektedir.” (Kaynak: Kast ve Taksir, Ali Parlar / Muzaffer Hatipoğlu, Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 10.10.2001,1-215/220 sayılı içtihadına atfen, sayfa 382, Kazancı Yayınları, İstanbul 2001)
Bu açıklamalarımızın ışığı altında, müvekkilimin eylemini değerlendirecek olursak, müvekkilimin kapıldığı panik ve korku sonucu, içinde kızgın yağ bulunan tencereyi alarak bununla kendini korumaya çalışmıştır. Müvekkilimiz öldürme kastı içinde bulunsa idi öldürücü etki doğuracak nitelikte, bıçak veya benzeri bir aleti mutfaktan alabilirdi. Bu itibarla; müvekkilimin eyleminin, yaralama kastı ile sonuçlanan bir eylem olduğunu düşünmekteyiz. Kaldı ki, olayda müvekkilimizin eylemi sırasında kullandığı ve müştekinin üzerine döktüğü kızgın zeytin yağının tek başına öldürücü bir etkisi yoktur. Bu anlamda, öldürme kastında belirtmiş olduğumuz kıstaslar arasındaki (suçta kullanılan vasıta) elverişlilik unsuru olayda bulunmamaktadır. Kızgın zeytinyağının öldürücü etkisinin söz konusu olabilmesi için, kişinin öldürme kastı içinde hareket ederek, mağduru etkisiz hale getirerek, tüm vücudunu kaplayacak şekilde yağı mağdurun vücuduna dökmesi veya ağız yoluyla boşaltılması sonucu, iç organ harabiyetiyle beraber, solunum yetmezliği sonucunu doğuracak şekilde dökülmesi halinde, kızgın sıvının öldürücü etkisi olabileceğinden bahsedilebilir. Oysa, müvekkilimiz müştekinin kendisine saldırıda bulunması üzerine, her iki tarafında mobil halde bulunduğu sırada fevren, öldürücü etkisi olan bir bıçak veya benzeri alet almaksızın, rasgele, kendini koruma iç güdüsüyle, tenceredeki zeytin yağını müştekinin üzerine serpmiştir.
Bu görüş ve düşüncelerimizin de aşağıda sıraladığımız içtihatlar ışığında mahkemenizce değerlendirileceği inancındayız.
“Öldürmeye teşebbüs – yaralama suçu ayrımı”;(…hayati tehlike durumu ve işten kalma süresi ile toraksa nafiz olduğu açıklanan bıçak darbesinin toraksa nüfuz derecesi, iç organda tahribat yapıp yapmadığı, yapmışsa mahiyetinin sorulup tespitinden sonra suç vasfının tayini lüzumunun gözetilmemesi…)
(1.CD., 12.12.2002. 3012-465)
“Kasta ilişkin kuşkunun lehe yorumlanması”;(…batına nüfuz eden ancak önemli bir iç organ tahribatı yaratmadan hayati tehlikeyle müterafik düzeyde 25 gün iş ve güce engel olan bıçak darbesinin bir adet olması, sanığın darbelerine aynı veya artan şiddetle devam edeceğini kabule elverişli kanıt da bulunmaması karşısında, bu yönde süreklilik kazanmış içtihatlara itibar edilerek kasta ilişkin kuşkunun lehe yorumlanması ile sanığın 765 sayılı TCY.nın 456/2., 457/1.maddelerince cezalandırılması yerine, öldürmeye tam kalkışmaktan hüküm kurulması…)
(1.CD., 30.05.2001 1204-2446)
“Eylemin yaralama vasfında kabulünün gerekmesi”;(…yumruklaşma ile başlayan karşılıklı kavga esnasında bıçağı rasgele sallayarak savunma refleksi içindeki mobil hedef konumundaki mağduru kol ve iç organlarda hasar oluşturmayacak tarzda göğüs bölgesinden yaralayan sanığın bu koşullardaki eyleminin yaralama olarak kabulü…)
(1.CD., 14.02.2001, 3103-533)
“Öldürmeye teşebbüs-yaralama kastı ayrımı”;(…husule getirilen yaraların yüzeysel olup iç organlara nafiz olmaması, hayati tehlike teşkil etmemesi ve rapor kapsamı dikkate alındığında, sanıkların darbelerini iç organlara nüfuz edecek şiddette yapmayarak ölüm sonucu husulünden kaçındıklarının anlaşıldığı…)
(1.CD., 25.05.2001, 2372-2341)
“Öldürme kastının kesin olarak saptanamaması”;(…mağduru 35 yerinden yaralama fırsatı bulan ve 34 bıçak darbesinde şiddetle vurmayı tercih etmeyen sanığın öldürme kastıyla hareket ettiği hususunun kesin olarak saptanamadığı kabul edilerek eyleminin yaralama suçunu oluşturduğuna ilişkin nitelendirmede isabetsizlik görülmemiş…)
(1.CD., 22.05.2001, 1158-2243)
C -) Müvekkilimin Eyleminin Yasal Savunma Koşulları Açısından Değerlendirilmesi
Mahkemenizce bilindiği üzere; Türk Ceza Kanununun 49. Maddesinde düzenlenen yasal savunmanın kabulü için, maddi nitelikte haksız bir saldırı bulunmalı, savunma ile saldırı eş zamanlı olmalı, savunma, saldırı devam ederken yapılmalı, savunma ile saldırı arasında uygun oran bulunmalıdır. (savunmada zorunluluk koşulu)
Yine; savunma zorunluluğu her olayın özelliğine göre tayin edilmelidir. Önemli olan, başlamış ve henüz sona ermemiş bir saldırının varlığıdır.
“Taarruzla müdafaa aynı zamanda olmalıdır. Tehlike veya tecavüzün herhalde mevcut olması lazımdır. Tehlike veya tecavüz sona ermiş ise müdafaa bahse konu olmaz; Müdafaa yolunda işlenen fiiller suç olur. Tecavüz edenin zararsız hale getirilmesi veya kaçmış bulunması hallerinde durum aynıdır. Taarruzla müdafaanın aynı zamanda olması demek taarruzun muhakkak veya henüz başlamış olması demektir.” (A.P Gözübüyük, Türk Ceza Kanunu Açılaması, Birinci Cilt, S.52, Kazancı Yayınları-Ankara)
Bu itibarla; Yasal savunma haksız saldırı da bulunana yönelik olmalıdır ve savunulan hak ile kullanılan araçlar arasında bir denge olmalıdır. Kullanılan her araç somut olayın özelliğine göre değerlendirilmelidir. Her olayda kişilerin farklı ruh hali içinde bulunmaları doğaldır. Bu nedenle kişinin ruh hali önemlidir.
Saldırı, somut gözle görülen maddi bir fiil olmalıdır. Muhtemel bir saldırıya karşı savunma yasal değildir. Saldırı ile savunma aynı zamanda olmalıdır. Saldırının hukuk düzenine aykırı olması yasal savunmayı haklı kılar. Ancak haksız saldırıya kişinin kendisi sebebiyet vermemelidir.
“Yapılan taarruz hukuka aykırı olduğu takdirde haksızdır. Taarruz edenin kusurlu bulunup bulunmaması müdafaanın meşruluğu bakımından önemli değildir. Gerçekte meşru müdafaa halinde suç bulunmadığından bir kusur aramaya da yer yoktur.” (A.P Gözübüyük, Aynı eser, Birinci Cilt, S.520)
Bu açıklamalarımızdan yola çıkarak; şüpheli sanık vekili olarak, müvekkilimin; olayın oluşu içinde, saldırının müştekiden kaynaklandığını, müvekkilimizin kapıldığı korku, panik içindeyken, müştekinin eylemini tekrar edeceği düşüncesiyle ve müvekkilimizin içinde bulunduğu ruh hali nedeniyle, eş zamanlı olarak yaptığı eyleminin, muhtemel bir saldırıyı ortadan kaldırmak amacıyla eylemde bulunduğunu ve bu eyleminin de yasal savunmayı düzenleyen TCK’nun 49. maddesindeki suç tipine uyduğu ve bu suçun unsurlarına uygun düşen eylemi hakkında da TCK’nun 49. maddesinin uygulanması gerektiğini düşünmekteyiz.
Bu görüşümüzü destekler nitelikte ve müvekkilimizin eylemi ile örtüştüğüne ilişkin içtihatlarını da ayrıca mahkemenizin takdirlerine sunuyoruz.
“…bıçaklı saldırı ve yaralama eylemlerinin mutlak suretle önlenmesi ve etkisiz kılınmasının zorunlu hale gelmesi, ne zaman kesileceğinin belli olmaması, cana kast eder nitelikte ve nefse yönelik olması sanığı yasal savunma konumuna sokmuş olması ve devam eden saldırının hangi aşamada önlenebileceği bilinemeyeceğinden saldırının, devamından başka türlü kurtulması mümkün olmadığı dosyadaki delillerden anlaşılmakla…”
(1.CD. 24.12.1999, 3224-4448)
“…ortada hiçbir neden yokken saldıran maktulün, yandıktan sonra yeniden ve daha şiddetli bir biçimde saldırması kuvvetle muhtemeldir. Tekrarından korkulan saldırı söz konusudur. Nefse yönelik saldırının tekrar edilmesi tehlikesi bulunduğundan tecavüz henüz önlenememiştir. Sanık, “Yandım” diyerek başka bir odaya giden maktulün gelerek kendisini öldüreceği korkusuyla hemen peşinden odaya gitmiş ve onu öldürmüştür. Bu nedenle olayda yasal savunma sınırları aşılmamış ve fiil yasal savunma koşulları içerisinde işlenmiştir.” (Tekrarından korkulan saldırı söz konusu olduğundan, saldırının sürdüğü kabul edilmelidir)
(CGK. 18.2.1991, E.1/4-K.39)
“… maktulün bıçakla yaptığı saldırı karşısında sanığın içinde bulunduğu ruh hali birlikte değerlendirildiğinde; Olayda sanığın tamamen yasal savunma şartları içinde hareket ettiği ve savunmada aşırılığa da kaçmadığının kabulünde zorunluluk olduğu halde TCK’nın 49. maddesi yerine, 50. maddesi uygulanarak cezalandırılmasına karar verilmesi…”
(.CD. 17.6.1996, E.1996/851, K.1996/2290)
- Müvekkilimin Eyleminin Haksız Tahrik Yönünden Değerlendirilmesi
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 19.11.1990 tarih ve E.1-254, K.277 sayılı kararında, ceza hukuku bakımından, haksız tahrik kavramını şu şekilde tanımlamıştır.
“Tahrik; Ceza Hukuku bakından, ‘Bir kimseyi suç işlemeye yöneltme, teşvik etme ve bu kişinin iradesi üzerinde yapılan etki sonucu bu kişinin suç işleme doğrultusunda harekete geçirilmesidir. Failin haksız bir fiilin doğurduğu öfke veya elemin etkisi altında hareket ederek bir suç işlemesidir. Bu halde fail, suç işleme yönünde önceden bir karar vermeksizin, dışarıdan gelen etkinin, psikolojik durumunda yarattığı karışıklığın sonucu olarak suçu işlemeye yönelmektedir.”
Bu tanımdan yola çıkıldığında mahkemenizce de bilindiği üzere;
Haksız tahrik, failin, haksız bir fiilin doğurduğu öfke ve elemin etkisi altında hareket ederek suç işlemesidir. Haksız tahrik hükümlerinin uygulanabilmesi için;
- Tahriki oluşturan bir fiil olmalı,
- Bu fiil haksız bulunmalı,
- Fail öfke veya şiddetli elemin etkisi altında kalmalı,
- Failin işlediği suç bu ruhi durumun tepkisi olmalıdır.
Bu itibarla; Yasal bir indirim nedeni olan tahrik, Ceza Hukuku açısından, failin haksız bir fiilin yarattığı gazap veya elemin etkisi altında hareket ederek, bir suç işlemesidir. Bu halde; fail haksız bir fiilin doğurduğu öfke veya elemin tesiri altında, suç işleme yönünde önceden bir karar vermeksizin, dışarıdan gelen bir etkinin, ruhsal yapısında yarattığı karışıklığın sonucu olarak suç işlemeye yönelmektedir.
Bu açıklamaların ışığı altında müvekkilimizin eylemi değerlendirildiğinde, uzun yıllara dayanan ve olay öncesine kadar süren, sürekli bir şekilde müvekkilimiz üzerinde, müşteki tarafından uygulanan eziyet ve şiddetin yarattığı ruhi durumun ve olay anındaki müştekinin sergilediği davranışın, bütünüyle değerlendirildiğinde müvekkilimizin ağır tahrik koşulları altında eylemde bulunduğu, hiçbir kuşkuya yer vermeyecek şekilde, yeterli inandırıcı tüm delillerle doğrulandığı ve desteklendiği inancını taşımaktayız.
Özellikle; müvekkil üzerinde uygulana gelen baskı ve şiddetin örneklerini mahkemenizde bir vicdanı kanaat oluşturması bakımından da son derece önemsediğimizden, yaşanmış olguları sunmakla, fiilin değerlendirilmesi ve vicdani kanaat oluşturması bağlamında zorunlu gördüğümüzden, bu olguları sıralıyor ve siz Sayın Mahkeme Yargıçlarının takdirlerine sunuyoruz.
Bu cümleden olarak müştekinin kişiliğini sergileyen davranışlarının, müvekkilimizin eylemini değerlendirmede bir turnusol görevini taşıyacağına inanıyoruz.
Bu bakımdan katılanın, müvekkilime karşı uyguladığı şiddet, baskı nedeniyle antisosyal kimliğinin sergilendiği davranışlara ilişkin olarak, yaşanılan örneklerden bazılarını sunuyoruz.
- Müvekkilimiz müşteki ile 1975 yılında evlenmesinin hemen birkaç gün sonrası, ‘sen padişah dölü müsün?’ demek suretiyle ilk dayak örneklerine bu tarihte başlamıştır.
- Yaşamı boyunca alkol alışkanlığı olan müşteki, müşterek çocukları olan M.A.’nın, babasını bu alışkanlığından vazgeçirmek için yapmış olduğu girişimlerin tümünü reddetmiştir. Hatta bu konuda oğluna ağır şekilde hakaretlerde bulunup azarlamıştır.
- Müşteki özellikle olay öncesine rastlayan aylarda sürekli olarak araba içerisinde ekmek bıçağı ve yastık altında bıçak bulundurmuştur ve müştekinin bu hareketlerine her iki çocuğu da tanık olmuşlardır.
- Aile içinde müştekinin sergilediği şiddete, örnek olarak, oğlu Mustafa’yı jiletle kolundan yaraladığı, bu saldırı örneklerinden birisidir.
- Müvekkilimiz tüm evlilik yaşamı içerisinde haftada en az 1 – 2 kez dövülmüştür. Çocukları bu olayların yakın tanığıdır.
- Aynı şekilde kızı H.A.’ya makas atmak suretiyle ayağından yaralamıştır.
- Müşteki bir düğün dönüşü, müvekkilimiz H. A.’ı il dışında bulunan Karaağaç Göleti’ne geceleyin götürerek, başını kayalara çarpmak suretiyle ağır bir şekilde dövmüş, oturdukları Keşan Sitesinin önüne geldiklerinde, tekrar dövmeye başlamış, ancak site girişinde bulunan bekçinin, müştekinin eylemlerine müdahale ederek, daha vahim eylemlerde bulunmasının önüne geçmiştir. (Mahkemece takdir edildiğinde bu tanığı dinletebiliriz)
- Müvekkilim oturmuş olduğu sitedeki evinin balkonundan bir çok kez eşi tarafından aşağı atılmaya çalışılmış ve tehdit edilmiş, bu eylemleri nedeniyle müvekkil evinin balkonuna dahi çıkamaz olmuştur.
- Müvekkilimiz ikinci çocuğuna hamile olduğu sırada müşteki tarafından horlanmış, eziyete uğramış ve bu nedenlerle kızı H.A.’ı kendi annesinin evinde dünyaya getirmek zorunda kalmıştır.
- Müştekinin aile içine dönük baskı ve şiddetinin ve yıldırma eylemlerinin dışında eve gelen eşi ve çocuklarının konuklarına saygısız, özensiz davranmıştır. Hiçbir şekilde insani diyalog kurmamıştır.
- Müşteki yaşadığı ortamda komşuluk ilişkilerinde hep saldırgan bir tutum izlemiş, kimileriyle kavga çıkarmış ve bu nedenle mahkemelik olmuştur.
- Müşteki emekli aylıklarını şahsi tüketiminde kullanmış, ailesine dönük hiçbir fedakarlık ve harcamada bulunmamıştır.
- Müşteki kızı H.A.’ı ilköğreniminden sonra, üst eğitim görmesine engel olmuş, hatta kendisini çok küçük yaşta evlendirmeye bile zorlamıştır. Zaman zaman yirmili yaşları sürdüren kızını sürekli olarak “Sen evde kaldın senden bi şey olmaz” diye küçük görmüş, horlamıştır.
- Aynı şekilde oğlunun yıllar önce geçirmiş olduğu kaza nedeniyle ayağında meydana gelen kısalık nedeniyle onu da aynı şekilde hırpalamış, horlamış hatta bu olay nedeniyle aldığı tazminat miktarını bile alkolde tüketmiştir.
- 2001 yılı başlarında müvekkilimiz müşteki tarafından ağır bir şekilde dövülmesi üzerine kapıldığı korku nedeniyle Antalya’ya kaçmış, bu arada müvekkilimin açmış olduğu boşanma davası üzerine, kendisini “Seni daha kötü yaparım, öldürürüm” diye tehdit etmesi üzerine, başkalarının araya girmesi neticesinde müvekkilim boşanma talebinden vazgeçmiştir.
- Oğlunun babasının iflah olmaz tutumları karşısında, bağımsız bir eve taşınması sırasında, 2004 yılının Kurban Bayramında kızının “Ağabeyime bir parça et götüreyim” diye babasına öneride bulunması üzerine müşteki, müvekkilim ve kızı H.A.’ın üzerine bıçakla yürümüş, bunun üzerine, müvekkilim ve kızı müştekinin bıçaklı tehdidi nedeniyle evi terk etmek zorunda kalmışlardır. (Müştekinin bu davranışları sürekli olarak bıçak taşıma veya bıçakla saldırıda bulunma eğiliminin bir göstergesi olduğunu düşünmekteyiz.)
Müştekinin aile içine dönük olarak sergilediği buna benzer, müşteki ve çocuklarına yaşattığı sayılamayacak kadar davranış ve eylemleri olmuştur. Müştekinin antisosyal kişiliğinin ve depressif ruh halinin bir örneği olarak da şu örneğin verilmesinde, müştekinin ruh yapısını değerlendirme de çok önemli olduğuna inanıyoruz. Olayın ertesinde müvekkilimizin içinde bulunduğu ruh haliyle, ağır travma sonucu uğradığı psikolojik rahatsızlığının tedavisi sırasında, …. Devlet Hastanesi psikiyatri uzmanı Dr.M.B., müştekinin kardeşi tarafından doktora hitaben “Sen H.’yı neden tedavi ediyorsun, sen onu iyileştir, iyileştir bakalım!” diye üstü kapalı bir şekilde tehdit etmiştir.
İlgili uzman, psikiyatrist ve halen …. Devlet Hastanesi’nde görevli olan Dr.M.B., gerek müşteki, gerekse yakınlarını daha önce tedavi etmiş olması nedeniyle, belirtmiş olduğumuz konularda bilgisi olduğu gibi, müştekinin davranışlarının “Şizoit Tip Kişilik Bozukluğu”, “Antisosyal Tip Kişilik Bozukluğu”, “Opsesif Kompulsif Tipi Kişilik Bozukluğu” içinde bulunup bulunmadığı konularında, mahkemece bilirkişi olarak dinlenmesi halinde, belirtmiş olduğumuz hususlar tıbbende doğrulanacak ve desteklenecektir.
E- Olay Tutanağı ve Müşteki Hakkında Düzenlenen Raporun Adli Tıp Yönünden Değerlendirilmesi
- Olay tutanağı içerik olarak gerçeği yansıtmamaktadır. Müştekinin yüzüne yağ dökülmesine bağlı olarak, yüzünün yanması yanında, eylemin kısa bir an öncesi, demliğin üzerine devrilmesi nedeniyle, kendisinin de elleri yanmıştır. Bu husus dosya içinde bulunan, müvekkilime ait fotoğraflarla kanıtlanmaktadır ve olay sonrası müştekinin ardı sıra kendiside, hemen tedavi için hastaneye sevk edilmiştir. Bu itibarla, jandarma tutanağında çarşafların ve tencerelerin yıkanmış olduğu, sanki müvekkilim tarafından yapılmış gibi bir ifade kullanılmış ise de iki elleri yanık durumda olan ve ağır bir travma sonucu, ruhsal gerilim içine giren bir kişinin, o anda çarşafları ve tencereleri yıkaması, hayatın olağan akışına aykırıdır. Kaldı ki, müvekkilimiz olayın hemen ardı sıra hastaneye sevk edildikten sonra, evine başka kişilerinde girdiği, bu nedenle evi derleyip toparlamak anlamında, eve gelenlerce, bu işlerin yapıldığının, akla uygun ve mantıklı olduğunu düşünmekteyiz.
- Müşteki hakkında …. Devlet Hastanesince düzenlenen kesin rapor, gerçeği yansıtmaktan uzak, iş ve gücünden geri kalma sürelerine ilişkin adli tıbbın kesin olarak belirlenmiş kriterlerine aykırı, tıbbi verilerden uzak, gelişi güzel düzenlenmiş bir rapordur. Müşteki hakkında düzenlenen rapor cilt dokusuyla ilgili olması ve bir yanık vakası olması sebebiyle kesin raporun hariciye uzmanı tarafından değil, bünyesinde plastik cerrahi uzmanını bulunduran bir sağlık kurulu doktoru tarafından düzenlenmesi gerekirdi. …. ta plastik cerrahi uzmanı bulunmasına karşın, alelacele uzmanı olmayan hariciye hastalıkları uzmanı tarafından rapor düzenlenmesi adli tıp mevzuatına aykırıdır
Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 12.11.1990 tarih ve 1990/1-250 Esas, 1990/276 sayılı kararında belirtilen “Konunun uzmanının katılmadığı rapora dayanılarak hüküm kurulması yasaya aykırıdır.” şeklindeki içtihadı bu görüşümüzü tam ve eksiksiz bir şekilde desteklediğini görmekteyiz.
Konunun uzmanı olmadığı halde kesin rapor düzenleyen hariciye hastalıkları uzmanı Op. M.K.’ın raporu içeriğinde, müştekinin yüzünde meydana gelen yanıkların toplamından yola çıkarak, müştekinin hayati tehlike geçirdiği yorumunda bulunmuş olması da son derece vahimdir. Kaldı ki, müştekinin hayati tehlike geçirdiğinden bahsedildiği halde, yoğum bakım ünitesinde tedavisi bile yapılmamıştır.
Toplam yanıkların yanık, oranı en üst haddi üzerinden toplandığında bu toplamın, yanık yüzdesi içinde %21 oranında olduğu görülür.
Dilekçemiz ekinde sunduğumuz adli tıp konusunda yetkin Prof.Dr.Oğuz Polat, Prof.Dr.Şemsi Gök, Prof.Dr.Hamit Hancı ’ nın bilimsel kitapları ve yayınları içeriğinden anlaşılacağı üzere hayati tehlikeden bahsedilebilmesi için 2. derece yanığın %25’in üzerinde olması halinde kişinin hayati tehlike geçirmiş olduğunu bilimsel yetkinlikle sergilemişlerdir.
Bu itibarla; müştekideki yanıkların toplamı bu tespitlerin altında kalması nedeniyle hayati tehlikeden bahsedilemeyeceği gibi, iş ve gücünden kalma süresi 7 gündür. Rapor düzenlemeye yetkili olmayan hariciye uzmanı, ayrıca kesin raporda bunu belirtmediği gibi kuşku yaratacak şekilde hastanın 45 gün iş ve gücünden geri kalacağını bildirmiştir. Oysa 45 günlük süre mutat iştigal değildir. Tıbben iyileşme süresidir. Bilindiği üzere Ceza Davalarında önemli olan mutat iştigal ve iş gücü kaybıdır. Olayımızda tüm yanıkların toplamı en yüksekten hesap edildiğinde %14’tür. Bu da hayati tehlike sınırının çok altındadır.
Bu açıklamalarımızın ışığı altında demek gerekirse; müvekkilimizin tutuklanmasında, açıklıktan yoksun jandarma tutanağı ve konunun uzmanı olmayan bir doktor tarafından verilen, bilimsellikten uzak, yanlış rapor sonucu, müvekkilimizin tutuklanmasına neden olmuştur.
Hatta denilmek gerekirse adalet yanlış yönlendirilmiş ve bu yanlışlık üzerinden iddianame tanzim edilmiştir.
SONUÇ VE İSTEM:
Yukarıda açıklamaya çalıştığımız maddi olgular, savunmayı destekler nitelikteki mevcut deliller, ekte sunduğumuz belgeler ışığı altında, müvekkilimizin eyleminin Türk Ceza Kanununun 49.maddesinde belirlenen suç tipine uyduğu, mahkemenizce kabul görmediği takdirde ise eyleminin yaralama suçunu oluşturduğu düşüncesindeyiz.
Ceza Hukuku maddi gerçekliği araştırmak zorundadır. Dosya içinde bulunan tüm delillerin mahkemenizce en iyi şekilde değerlendirileceği inancıyla, müvekkilimin içeride kaldığı süre, delillerin toplanmış oluşu, delillerin karartılma olanağının ortadan kalkışı, tutukluluğun bir tedbir oluşu, müvekkilimizin geçirmiş olduğu ağır travma sebebiyle tedavi görmesi gerektiğinin zorunluluğu, 1 Haziran’da yürürlüğe girecek olan 5237 yeni Türk Ceza Yasasının tutukluluk süreleri ve verilecek cezaların şahsileştirilmesi bağlamında 61 ve ilgili hükümlerinin siz Sayın Mahkeme Yargıçlarına geniş takdir hakları tanıyan hükümleri yanında, Mahkemenizce savunmalarımızın değerlendirilerek, en adil kararın verileceği inancıyla müvekkilimin kefaletle veya koşulsuz olarak tahliyesine karar verilmesini dilemekteyim.
Saygılarımla.
Şüpheli tutuklu sanık
Vekili
Sorry, the comment form is closed at this time.