09 Tem Araç Satışında Adi Yazılı Sözleşmeyle Bedelin Belirlenmesinde-Noter Senedinde Farklı Yargıtay Kararı
günü oyçokluğu ile karar verildi.
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
2011/19-841
2012/144
14.3.2012
4721/m.684
2918/m.20
DAVA : Taraflar arasındaki “itirazın iptali” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Tuzla 1.Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 01.05.2008 gün ve 2007/466 E.-2008/314 K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 19.Hukuk Dairesinin 18.02.2010 gün ve 2009/3729 E.-2010/1695 K. sayılı ilamı ile;
(… Davacı vekili, müvekkiline ait minibüsün 25.000.00 YTL bedelle davalıya satılıp, bedelin taksitler halinde ödenmesi yönünde taraflar arasında sözleşme yapıldığını, daha sonra noterden Kati Satış Sözleşmesi düzenlenip, aracın davalı adına tescil edildiğini, davalının toplam 17.069.00 YTL ödeyip, bakiye 7.931.00 YTL’yi müvekkiline ödemediğini, müvekkilinin alacağını tahsil için giriştiği icra takibine davalının haksız olarak itiraz ettiğini iddia ederek itirazın iptaline ve icra inkar tazminatına hükmolunmasını talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili cevabında, davanın iptali istenen icra dosyasının bağlı bulunduğu Bodrum Mahkemelerinde bakılması gerektiğini, müvekkilinin ödenmesi gereken tüm bedelleri ödeyip, şartsız, koşulsuz, ipoteksiz ve şerhsiz olarak aracı kati satış sözleşmesi ile aldığını, kati satış sözleşmesinde satıcının “bedelini tamamen aldığı” konusunda kayıt bulunduğunu, davanın konusunun bulunmadığını savunarak davanın reddi ile lehlerine tazminata karar verilmesini istemiştir.
Mahkemece, iddia, savunma ve toplanan delillere göre davaya konu aracın noterde satışının yapıldığı, kati satış sözleşmesinde satıcı olan davacı bedelini tamamen aldığını beyan etmiş ise de, dosyaya sunulan ve taraflar arasında yapılmış olan el yazısı araba satış sözleşmesinde aracın bedelinin 14.729.00 YTL’lik kısmının 13 eşit taksit halinde her bir taksit 1.133.00 YTL olmak üzere ödenmesinin kararlaştırıldığı, davalının bu sözleşmedeki imzasını inkar etmediği ve bu suretle aracın bedelinin 7.931.00 TL tutarındaki 7 taksidinin ödenmediği, takipten önce davacının ihtar çekerek davalıyı temerrüde düşürmediği, haksız ve kasıtlı olarak icra takibine itiraz edildiği gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiş, hüküm davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dosya arasında mevcut bulunan 15.5.2006 tarihli kati satış sözleşmesinde davacı, satış bedelini tamamen aldığını belirtmiştir. Davalı da satış bedelini ödediğini savunarak davanın reddini istemiştir. Bu durum karşısında mahkemece önceki tarihli sözleşme adi, şekilde yapıldığından daha sonra yapılan ve satış bedelinin tamamen alındığını belirten resmi satış sözleşmesi gözetilerek davanın reddi gerekirken yazılı gerekçeyle davanın kabulüne karar verilmesi doğru olmayıp, hükmün bozulması gerekmiştir… ),
Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
H.G.K.nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Dava, itirazın iptali istemine ilişkindir.
Mahkemece istem kısmen kabul edilmiştir.
Davalı vekilinin temyizi üzerine Özel Dairece, yukarda başlık bölümünde gösterilen gerekçeyle karar bozulmuştur.
Mahkeme, önceki kararında direnmiş; hükmü temyize getirmiştir.
Uyuşmazlık; taraflar arasında, araç satışına dair olmak üzere adi yazılı protokol ve resmi şekilde noterde düzenlenen sözleşme kapsamına göre, davalı alıcının, davacı satıcıya,kararlaştırılan araç bedelinin tamamını ödeyip ödemediği noktasında toplanmaktadır.
4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu(TMK), taşınmaz mülkiyetini takiben 3. bölümde taşınır mülkiyetini düzenlemiştir. Fakat taşınmaz mülkiyetinden farklı olarak, Kanun sadece taşınır mülkiyetinin konusuna, kazanılmasına ve kaybına dair kurallar koymuş; bu mülkiyetin kapsam ve kısıtlamalarına hiçbir hüküm ayırmamıştır.
Zira taşınır mülkiyetini kapsamı, konusunu oluşturan taşınır mal ve malın TMK’nun 684. maddesine göre bütünleyici parçasını oluşturan şeyler ile sınırlıdır. Bu hususta başka kural sevkini gerektirecek bir sebep yoktur.
Taşınır mülkiyetinin kanundan doğan kısıtlamaları ise, kamu hukukuna dayananlar (bu bağlamda Ateşli Silahlar ve Bıçaklar Hakkında Kanun, Karayolları Trafik Kanunu) bir tarafa bırakılırsa, Medeni Hukuk bakımından hakkın kötüye kullanılması gibi her türlü hakları kapsayan bir kısıtlamadan ibarettir. (Oğuzman K.,Seliçi Ö., Özdemir S.O., Eşya Hukuku, Filiz Kitapevi, İstanbul, 2009, s. 586 vd.)
Kamu hukukuna dayanan kısıtlamalardan birisi olan, 2918 Sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 20.maddesinin (d) bendinde: “tescil edilmiş araçların her çeşit satış ve devirlerinin, araç sahibi adına düzenlenmiş tescil belgesi veya trafik tescil kayıtları esas alınarak noterler tarafından yapılacağı; noterler tarafından yapılmayan her çeşit satış ve devirlerin geçersiz olacağı; satış ve devir işleminin, siciline işlenmek üzere üç işgünü içerisinde ilgili trafik tescil kuruluşu ile vergi dairesine bildirileceği, bu bildirimle birlikte alıcı adına trafik tescil işleminin gerçekleşmiş sayılacağı”belirtilmiştir.
Noterde yapılan satış sözleşmelerinde bir bedel belirtilmekte ise de, kati satış sözleşmesinde yer alan satış bedelinin (kasko bedelinin) taşıt modeline ve yaşına göre otomatik olarak belirlendiği, kati satış sözleşmesindeki beyan edilen bedelin ise bu bedele ters düşülmemesi için taraflarca bildirildiği, uygulamadan bilinen bir durumdur.
Bu bedelin doğru gösterilmemesi, kati satış sözleşmesindeki satış bedelinin daha düşük veya daha yüksek gösterilmiş olması halinde hangi bedelin dikkate alınacağı önemlidir. Burada çıkacak uyuşmazlıkların çözümünde de muvazaa hükümlerinden faydalanılması gereklidir.
Bilindiği üzere, bir sözleşmenin taraflarının, üçüncü kişileri aldatmak amacıyla, gerçek durumu gizleyerek, gerçek iradelerine uymayan ve kendi aralarında geçerli olmayan bir hususta anlaşmalarına muvazaa; bu şekilde yapılan işlemlere de, muvazaalı işlemler adı verilir. (HGK’nun, 9.2.2005 gün 2005/1-19 E, 2005/42 K; 16.6.2010 gün ve 2010/1-281 E, 2010/323 K.).
Muvazaada, daima, görünüşte var olan, ancak taraflarca gerçekte asla istenmeyen, salt üçüncü kişilere yanlış kanaat verip onları aldatmak amacıyla yapılmış bir hukuki işlem ile, bu işlemin aralarında geçerli olmadığına dair bir muvazaa anlaşması mevcuttur. Bazı durumlarda, bu ikisine ek olarak, tarafların gerçek iradelerine uygun olan (tarafların gerçekte istedikleri), ancak, çeşitli sebeplerle görünen işlemin arkasına sakladıkları bir gizli işlem daha bulunur. Taraflar arasında bir gizli işlemin bulunup bulunmadığına göre bakılarak, muvazaanın iki türünden söz edilir:
Tarafların, kendi aralarında geçerli herhangi bir hukuki işlem yapmak istemedikleri halde, salt üçüncü kişilere, aralarında bir hukuki işlem varmış gibi görünmek için işlem yapmaları halinde mutlak (basit) muvazaa söz konusu olur.
Buna karşılık; nispi (mevsuf) muvazaada, taraflar arasında gerçek iradelerine uygun bir hukuki işlem bulunmakla birlikte, bu işlem, kendi iradelerine uymayan, dışa karşı yapılmış bir başka hukuki işlemle gizlenir.
Bu muvazaa türü; bir sözleşmenin; niteliğinde, taraflarının şahsında, konusunda ve koşullarında söz konusu olabilir.
Bir sözleşmenin konusunda ve koşullarında muvazaa halinde, görünüşteki hukuki işlem tarafların gerçek iradelerine uygundur. Ancak, görünüşteki işlemin bazı şartları ve konusunun belli bir bölümü, aralarındaki gizli işlemden farklı düzenlenmiştir. Bu muvazaa da taraflar görünüşteki sözleşmenin bazı koşullarını değiştirirken sözleşmenin tamamı, yani, niteliği değil, bazı koşulları gizli sözleşmeye uymaz. Örneğin daha az miktarda vergi ödemek için, taşınmazın tapudaki satış değerinin düşük gösterilmesi, şufa hakkının kullanılmasını önlemek kullandığı takdirde fazla kazanç elde etmek maksadıyla görünüşteki (resmi) sözleşmede satış bedelinin fazla gösterilmesinde bu tür bir muvazaa vardır. Açıklandığı üzere taraflar görünüşteki sözleşmeyi yapmayı ciddi olarak istemekte ve niteliğinde (vasfında) de anlaşmaktadırlar. Ancak burada bedel, gerçek bedelden az veya fazla gösterilmektedir. Yani görünüşteki sözleşmenin sadece bedeli değiştirilmektedir. Muvazaa sözleşmesinin tamamında değil bir bölümünde (bir unsurunda)dır(Özkaya E., İnançlı İşlem ve Muvazaa Davaları, Şekçin, Ankara 2011, s.173 ).
Muvazaa sözleşmesinde şekil koşulu aranmaz. Yazılı veya sözlü yazılabilir. Görünüşteki sözleşme şekle bağlı olsa dahi muvazaa sözleşmesinin yazılı veya resmi şekilde yapılması gerekmez. Görünüşteki sözleşmenin şekle bağlı olması halinde muvazaanın yazılı delil ile ispat edilmesi kuralı muvazaa sözleşmesinin yazılı olmasının geçerliliği için değil ispat edilebilmesi için aranan bir kuraldır. (YİBK 5.2.1947 , 1945/20,1947/6) Görünüşteki yazılı bir sözleşmenin aksini iddia eden tarafın HMUK’nun 289 ve BK’nun 13. maddeleri uyarınca iddiasını yazılı delil ile ispat etmesi zorunludur. Muvazaa sözleşmesi görünüşteki sözleşmeyi değiştirdiğine veya hükümsüz kıldığına göre ispat gücü kazanabilmesi için yazılı olması değinilen kanunların açık hükümleri gereğidir. Örneğin; araç satışları şekle bağlıdır. Görünüşteki şekle bağlı devir sözleşmesi için düzenlenecek muvazaa sözleşmesinin geçerliliği şekle bağlı değilse de ispatı ancak yazılı delil ile mümkündür. (YİBK 5.2.1947, 1945/20-1947/6)
Somut olaya gelindiğinde:
Davacı sahibi bulunduğu minibüsü davalıya 25.000,00 YTL bedelle sattığını, 10.271,00 TL’nin 31.1.2006 tarihine kadar peşin, geri kalan bedelin taksitler halinde ödenmesinin kararlaştırıldığını, kati satış sözleşmesi ile aracın davalı adına tescil edildiğini, davalının bu kapsamda 17.069,00 TL ödediğini, bakiye 7 adet taksit tutarı olan 7.931,00 TL’nin ödenmemesi üzerine, davalı aleyhine Bodrum 2. İcra Müdürlüğünün 2006/1631 Sayılı dosyası ile icra takibi yaptıklarını, davalı tarafın itirazı sonucu takibin durduğunu iddia ederek itirazının iptali ile, icra takibinin devamına, %40 icra inkar tazminatına karar verilmesini istemiştir.
Taraflar arasında haricen düzenlenen ve satış bedeli 25.000 TL olarak gösterilen tarihsiz protokol bulunduğu bu protokole istinaden davalının elden 10.271,00 TL ve banka aracılığı ile 6.798,00 TL olmak üzere toplam 17.069,00 TL ödediği ve 15.5.2006 tarihli resmi satış senedinde ise satış bedelinin 16.387,00 TL olarak gösterildiği çekişmesizdir.
Ayrıca davalı da böyle bir protokolün yapılmadığına yönelik herhangi bir itirazda da bulunmamıştır.
Uyuşmazlık, 7.931,00 TL nin ödenip ödenmediği noktasındadır.
Bilindiği üzere, Noter satış sözleşmesinde satış bedelinin 16.387,00 TL olarak gösterilmesi; asgari kasko bedeli üzerinden, noter satışı sırasında taşıtın modeline ve yaşına göre belirlenen bir bedelin esas alınmasından kaynaklanmakta olup; bu bedelin noter senedinde yer alması, taraflar arasındaki sözleşmenin geçersiz olmasına sebep olmayacaktır.
Taraflar görünüşteki sözleşmeyi yapmayı ciddi olarak istemekte ve niteliğinde de anlaşmaktadırlar. Sadece sözleşmenin bedeli değiştirilmektedir. Burada muvazaa sözleşmenin tamamında değil bir bölümünde, bedel unsurunda gerçekleşmiştir.
Yukarıda izah edildiği üzere, sicile kayıtlı taşınırın devri şekle bağlı ise de görünüşteki şekle bağlı devir sözleşmesi için düzenlenecek muvazaa sözleşmesinin geçerliliği şekle bağlı değildir; ancak ispatı yazılı delil ile mümkün olacaktır.
Davacının ileri sürdüğü protokol, davalı tarafından inkar edilmediğine göre; davacı taşıtırı adi yazılı delil ile 25.000,00 TL bedelle satıldığını, elden ve banka aracılığı ile 17.069,00 TL aldıklarını, ispat etmiştir. Böylece, bedeldeki muvazaayı ve satış bedelinin 25.000,00 TL olduğunu ispat ettiğine göre, adi yazılı sözleşmedeki bedelin tamamının ödendiğini, yani kalan 7.931,00 TL nin ödendiğinin ispat külfeti artık davalının üzerindedir.
Kaldı ki; taraflar arasında yapılan protokolde bedelin 25.000,00 TL olduğunun, bir kısım ödemelerin yapılacağının kararlaştırılması, davalının savunmasına bu protokole karşı çıkmaması karşısında, noter kati satış sözleşmesindeki satış bedeli olan 16.387,00 TL’nin gerçek bedel olmadığı, satış bedelinin davalının karşı çıkmadığı protokolde yer alan bedel olduğunun, davalı tarafın da kabulünde olduğu belirgindir.
Hemen belirtilmelidir ki; salt noter satış sözleşmesinde yazılı bedelin de davacı tarafından alındığının kabulüne olanak yoktur. Zira, satış sözleşmesindeki bedel olan 16.387,00 TL’nin davacı tarafından alındığının kabul edilmesi halinde, elden verilen bedel ve banka aracılığı ile ödenen taksitler ile ve noter satış sözleşmesi üzerinde yazılı bedel dikkate alındığında toplam bedelin adi yazılı satış sözleşmesindeki bedeli dahi geçtiği görülecektir. Bu sebeple noter satış sözleşmesinde gösterilen bedelin davacı tarafından alındığının kabul edilmemesi, satış bedelinin 16.387,00 TL olarak gösterilmesinin sadece tarafların iradesi dışında, sistemin belirlediği bir bedel olduğunun kabul edilmesi gerekir.
O halde, yapılan işlem taşınır mülkiyetinin nakledilmesi hususunda 2918 Sayılı Trafik Kanununun 20.maddesi uyarınca geçerlilik kazanmış bulunmaktadır. Alıcının bedelden doğan borcunu tümüyle yerine getirmemiş olması resmi sözleşme ile doğan hukuki sonucu değiştiremez. Adi yazılı senetteki gerçek bedelden bir kısmının ödenmemesi satıcıya, bedelin ödenmeyen bölümünün tahsilini isteme hakkı verecektir. Bu bedeli ödediğini ispat külfeti ise yukarda da açıklandığı üzere davalıdadır.
Bu nedenle, aynı hususlara işaret eden direnme kararı uygun ve yerindedir.
Ne var ki, davalı vekilinin, başta hükmedilen bedel olmak üzere, işin esasına yönelik diğer temyiz itirazları Özel Dairece incelenmediğinden, bu yönde inceleme yapılmak üzere dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekir.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan sebeplerle direnme kararı uygun olup; davalı vekilinin başta hükmedilen bedel olmak üzere, işin esasına yönelik diğer temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 19. Hukuk Dairesine gönderilmesine, 14.03.2012
Sorry, the comment form is closed at this time.