Yargı Kararları

KİRA SÖZLEŞMESİNE DAYANMAYAN ECRİMİSİL İSTEMLERİNDE GENEL MAHKEMELER GÖREVLİDİR

 

 

 

 

Hukuk Genel Kurulu         2020/242 E.  ,  2020/712 K.

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :Sulh Hukuk Mahkemesi

1. Taraflar arasındaki “alacak” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Samsun Sulh Hukuk Mahkemesince verilen davanın reddine ilişkin karar davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 8. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü.

I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili 17.02.2014 tarihli dava dilekçesinde; müvekkili üniversiteye ait Sağlık Uygulama ve Araştırma Hastanesinin 3 numaralı girişinde bulunan 297,60 m2 yüzölçümlü kantin/kafeteryanın kiraya verilmesi amacıyla yapılan ihale sonucunda, davalı ile sözleşme imzalanarak kiralama sözleşmesine konu taşınmazın davalıya teslim edildiğini, taşınmaza ilişkin kira sözleşmesinin uzatılamayacağı ve sözleşmenin bitiş tarihinde tahliye edilerek teslim edilmesi hususlarının davalıya Rektörlük yazısı ile bildirildiği hâlde davalının kira süresi biten taşınmazı teslim etmeyerek karşılıksız kullanmaya devam ettiğini, davalının bu haliyle fuzuli şagil olduğunu ileri sürerek haksız işgal nedeniyle 04.01.2013- 03.07.2013 tarihleri arasındaki dönem için 90.000TL, 04.07.2013-03.12.2013 tarihleri arasındaki dönem için 75.000TL olmak üzere toplam 165.000TL tutarındaki ecrimisil alacağının, 90.000TL’lik kısmına 08.08.2013 tarihinden itibaren, 75.000TL’lik kısmına ise 13.01.2014 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı vekili 20.05.2014 havale tarihli cevap dilekçesinde; taraflar arasındaki kiracılık ilişkisinin devam ettiğini, daha önce davalı tarafından açılan el atmanın önlenmesi davasında, taraflar arasında kiracılık ilişkisinin devam etmesi nedeniyle görevsizlik kararı verildiğini, kesinleşmiş tahliye kararı olmadığı gibi ödenmemiş kira borcunun da bulunmadığını, davacının 2886 sayılı Devlet İhale Kanun’un 75. maddesine dayalı tahliye isteminin resmi kurumlarca reddedildiğini, müvekkilinin haksız müdahalesinden bahsedilemeyeceğini belirterek davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

Mahkeme Kararı:
6. Samsun Asliye Hukuk Mahkemesinin 26.02.2014 tarihli ve 2014/67 E., 2014/112 K. sayılı kararı ile; taraflar arasındaki ihtilafın kira ilişkisini düzenleyen sözleşme hükümlerine göre çözümlenmesi gerektiği, kira ilişkisinin sona erip ermediğinin ve davacı tarafın alacak talebine konu ettiği dönem itibariyle davalı tarafın sıfatının tespitinin sulh hukuk mahkemesinin görev alanına girdiği gerekçesiyle davanın 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK)’nun 114/(c) ve 115/2. maddeleri gereğince dava şartı noksanlığı nedeniyle usulden reddine karar verilmiştir. Karar taraflarca temyiz edilmeksizin kesinleşmiş, davacı vekilinin talebi üzerine dosya ilgili sulh hukuk mahkemesine gönderilmiştir.
7. Görevsizlik kararı sonrasında yapılan yargılama sonucunda Samsun 3. Sulh Hukuk Mahkemesinin 04.11.2014 tarihli ve 2014/116 E., 2014/781 K. sayılı kararı ile; dava konusu kantin ve kafeteryanın 3 yıl süreyle kiraya verilmesi amacıyla ihalesi yapılıp ihale sonucunda davalı ile kira sözleşmesi imzalanarak taşınmazın davalıya teslim edildiği, sözleşmenin 3 yıl süreli olup belirli süreli kira sözleşmesi olduğu, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu (TBK)’nun 347/1. fıkrasının 1. cümlesi gereğince belirli süreli kira sözleşmelerinin süresinin bitiminden en az 15 gün önce bildirimde bulunulmadıkça, sözleşmenin aynı koşullarla 1 yıl için uzatılmış sayılacağı, kiraya verenin sözleşme süresinin bitimine dayanarak sözleşmeyi sona erdiremeyeceği, söz konusu kira sözleşmesinin, usulüne uygun olarak açılan tahliye davası veya tarafların karşılıklı irade beyanları veya kiralananın tamamen yok olması ile sona erdiğine dair davacı tarafça dosyaya herhangi bir belge sunulmadığı, davacının kendi kiracısı ile düzenlediği kira sözleşmesi usulüne uygun olarak feshedilmediğinden veya kiracının tahliyesi için tahliye davası açılmadığından mevcut kira sözleşmesinin tüm hükümleri ile geçerli olup tarafları bağlayacağı, kiralayan tarafından düzenlenen tek taraflı fesih ihbarı ile kira sözleşmesinin sona erdirilmesi ve buna bağlı olarak davalı kiracının fuzuli şagil olduğundan bahsedilmesinin mümkün olmadığı, aynı zamanda haksız işgal tazminatının, zilyet olmayan malikin, malik olmayan kötü niyetli zilyetten isteyebileceği bir tazminat olduğu, bu hâliyle davalı kiracının dava tarihi itibariyle zilyet olduğu ve kullandığı yeri haklı bir sebebe dayalı hukuka uygun olarak kullandığı, yapılan bilirkişi incelemesi ile davalı kiracının kira sözleşmesinden kaynaklanan ve dava konusu edilen 04.01.2013- 03.07.2013 ile 04.07.2013 -03.12.2013 tarihleri arasında herhangi bir kira borcunun bulunmadığının anlaşıldığı, buna göre davacının ecrimisil talepli davasının yasal şartlarının oluşmadığı gerekçeleriyle davanın reddine karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
8. Samsun 3. Sulh Hukuk Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz isteminde bulunmuştur.
9. Yargıtay 8. Hukuk Dairesince 29.04.2019 tarihli ve 2018/3514 E., 2019/4430 K. sayılı kararı ile; “Dava, dava dilekçesinde de açıkça belirtildiği üzere ecrimisil talebine ilişkindir. Taraflar arasında 2886 sayılı Devlet İhale Kanununun 51. maddesi uyarınca, 04.01.2010 başlangıç tarihli 3 yıllık kira sözleşmesi bulunduğu konusunda ihtilaf bulunmamaktadır. Aynı Kanun’un 75. maddesine göre; kira sözleşmesinin bitim tarihinden itibaren, işgalin devam etmesi hâlinde, sözleşmede hüküm varsa ona göre hareket edilir, aksi hâlde ecrimisil alınır. Taraflar arasında yapılan kira sözleşmesinin 4. maddesine göre; ihale süresi sona erdiğinde veya idare tarafından süresinden önce iptal edilmesi hâlinde, kiracı herhangi bir şarta bağlı kalmaksızın kiralanan yeri tahliye etmekle yükümlüdür. Davacı 20.11.2012 tarih 4811 sayılı yazı ile kira sözleşmesinin 03.01.2013 tarihinde sona ereceğini, taşınmazın tahliye edilmesi gerektiğini davalıya bildirmiştir.
Hâl böyle olunca taraflar arasında mevcut bir kira ilişkisinden bahsetmek mümkün değildir. Dava, ecrimisil talebine ilişkin olduğuna göre, 6100 sayılı HMK’nin 2. maddesi gereğince görevli mahkeme asliye hukuk mahkemesi olup, görevsizlik kararı verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiştir.” gerekçeleriyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
10. Samsun 3. Sulh Hukuk Mahkemesinin 03.10.2019 tarihli ve 2019/1019 E., 2019/1414 K. sayılı kararı ile; davaya konu taşınmaz Devlet İhale Kanunu hükümlerine göre kiraya verilmiş ise de, Devlet İhale Kanunu’nun “ecrimisil ve tahliye” başlıklı 75. maddesinde 21.03.2018 tarihinde yapılan değişiklikle, özel bütçeli idarelerin (somut olayda üniversite) mülkiyetinde bulunan taşınmaz malların işgali durumunda da söz konusu maddenin uygulanabileceği eklenmiş olup dava konusu edilen dönem 2018 yılı öncesi olduğundan somut davada bu maddenin uygulanma olanağının olmadığı, hazine, belediyeler, il özel idareleri ve Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne ait olan taşınmazların Devlet İhale Kanunu hükümlerine göre kiraya verilmesi durumunda uygulanacağından diğer kuruluşların (somut olayda üniversite) taşınmazları Devlet İhale Kanunu’na göre kiraya verilmiş olsa bile bu kanun hükümlerine göre tahliyesinin sağlanamayacağı, dolayısıyla somut davada TBK hükümlerinin uygulanacağı, kira sözleşmesi usulünce sona erdirilmediğinden dava tarihi itibariyle geçerli olup HMK’nın göreve ilişkin maddeleri uyarınca sulh hukuk mahkemelerinin görevli olduğu gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
11. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK
12. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; dava dilekçesi dikkate alındığında, davanın mülkiyet hakkına dayalı olarak ecrimisil istemine mi, yoksa kira ilişkisinden kaynaklanan kira alacağının tahsili istemine mi ilişkin olduğu, buradan varılacak sonuca göre görevli mahkemenin sulh hukuk mahkemesi mi yoksa asliye hukuk mahkemesi mi olduğu noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE
13. Uyuşmazlığın çözümü için konu ile ilgili yasal düzenleme ve kavramların kısaca açıklanmasında yarar vardır.
14. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 683. maddesi uyarınca bir şeye malik olan kimse, hukuk düzeninin sınırları içinde, o şey üzerinde dilediği gibi kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunma yetkisine sahiptir. Malik, malını haksız olarak elinde bulunduran kimseye karşı istihkak davası açabileceği gibi, her türlü haksız el atmanın önlenmesini de dava edebilir.
15. Ecrimisil ise gerek öğretide ve gerekse yargısal uygulamalarda ifade edildiği üzere, hak sahibinin kötü niyetli zilyetten isteyebileceği bir tazminat olup, 08.03.1950 tarihli ve 22/4 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında; fuzuli işgalin tarafların karşılıklı ve birbirine uygun iradeleri ile kurduğu kira sözleşmesine benzetilemeyeceği, niteliği itibarı ile haksız bir eylem sayılması gerektiği, haksız işgal nedeniyle oluşan zararın tazmin edilmesi gerekeceği vurgulanmıştır. Ecrimisil, haksız işgal nedeniyle tazminat olarak nitelendirilen özel bir zarar giderim biçimi olması nedeniyle, en azı kira bedeli, en fazlası mahrum kalınan gelir kaybı karşılığı zarardır. Bu nedenle, haksız işgalden doğan normal kullanma sonucu eskime şeklinde oluşan ve kullanmadan kaynaklanan olumlu zarar ile malik ya da zilyedin yoksun kaldığı fayda (olumsuz zarar) ecrimisilin kapsamını belirler.
16. Nitekim TMK’nın 995. maddesinin 1. fıkrasında, iyi niyetli olmayan zilyedin geri vermekle yükümlü olduğu şeyi haksız alıkoymuş olması yüzünden hak sahibine verdiği zararlar ve elde ettiği veya elde etmeyi ihmal eylediği ürünler karşılığında tazminat ödemek zorunda olduğu hüküm altına alınmıştır. Haksız işgal, haksız eylem niteliğinde olup, bu durumda ecrimisilin tahsili için genel mahkemelerde genel hükümlere göre dava açılabileceğinde kuşku bulunmamaktadır.
17. Kira sözleşmesi ise TBK’nın 299. maddesinde, kiraya verenin bir şeyin kullanılmasını veya kullanmayla birlikte ondan yararlanılmasını kiracıya bırakmayı, kiracının da buna karşılık kararlaştırılan kira bedelini ödemeyi üstlendiği sözleşme şeklinde tanımlanmıştır.
18. Kira sözleşmesi, tam iki tarafa borç yükleyen rızaî bir sözleşme olup, kira sözleşmesinin meydana gelmesi için kiraya veren ile kiracının sözleşmenin esaslı noktaları üzerinde anlaşmaları, irade beyanlarının karşılıklı ve birbirine uygun olması gerekir. Sözleşmede bir şeyin kullanılmasını devretmeyi üstlenen kişiye kiraya veren, buna karşılık bir bedel ödemeyi üstlenen kişiye de kiracı denir. Kiraya veren, kiralanan şeyin maliki olabileceği gibi o şey üzerinde sınırlı bir aynî hak sahibi veya kiracı da olabilir. 6100 sayılı HMK’nın 4. maddesinde; “…kira ilişkisinden doğan alacak davalarında değerine bakılmaksızın” sulh hukuk mahkemelerinin görevli olduğu düzenlenmiştir.
19. Görüleceği üzere ecrimisilde; bir malın hak sahibinin izni ve rızası dışında kötü niyetli olarak işgal ve kullanımı söz konusu iken, kira ilişkisinde kiralayan ile kiracının karşılıklı anlaşması ve belli bir bedel karşılığında malın kullanımı söz konusu olup farklı yasa ve koşullara tâbidirler.
20. Ayrıca medeni usul hukuku alanında doğru ve adil bir yargılama için bazı temel ilkeler kabul edilmiştir. Bir davanın gerek tarafları gerekse mahkeme için bağlayıcı olan ve yargılamaya yön veren bu ilkeler, mahkemelerde sağlıklı bir sonuca ulaşılabilmesini sağlayan en temel unsurlardır. Bu kuralların yargılamanın her kesitinde gözetilmesi, hatta usul hükümleri yorumlanırken bu ilkelere aykırı ve onlarla çelişkili olacak şekilde yorum yapılmaması gerekir.
21. Medeni yargılama hukukuna hakim olan ilkelerin bir bölümü 6100 sayılı HMK’da açık olarak düzenlenmiş ve 24. maddesinde “tasarruf ilkesi”ne, 25. maddesinde “taraflarca getirilme ilkesi”ne, 26. maddesinde ise “taleple bağlılık ilkesi”ne yer verilmiştir.
22. Özel hukuk, taraflara kendi hakları üzerinde tasarruf yetkisi ve imkânı vermiştir. Özel hukuktan kaynaklanan tasarruf yetkisi, uyuşmazlıktan önce başlayıp uyuşmazlığın yargı organına intikal ettiği ve onun önünde görüldüğü anda da devam eder. Hak sahibi, uyuşmazlık konusu hakkını dava edip etmemekte, dava ettikten sonra davalı ile yargılama içinde ya da dışında uzlaşmakta, arabulucuya gitmekte, sulh olmakta veya açtığı davadan feragat etmekte serbesttir. Taraflar uyuşmazlığı başlatmak, uyuşmazlık konusunu belirlemek ve uyuşmazlığı sürdürmek veya sona erdirmek hakkına sahiptirler (Pekcanıtez Usûl, Medenî Usûl Hukuku, Editörler: Pekcanıte, H./Özekes, M./Akkan, M/ Taş Korkmaz, H., Mart 2017, C.I, s. 783-784). HMK’nın 24. maddesinde düzenlenen “tasarruf ilkesi” kapsamında; dava açma konusundaki inisiyatif davacıya ait olduğu gibi taraflar dava üzerinde tümüyle tasarruf edebilme, dava konusunu (müddeabihi) belirleme, dilekçeler vermek suretiyle davaya etki etme ve mahkemenin karar vermesine gerek kalmadan davayı sona erdiren işlemleri yapabilme yetkisine sahiptirler. Tasarruf ilkesi nedeniyle hiç kimse, kanunda açıkça belirtilmedikçe, kendi lehine olan bir davayı açmaya veya hakkını talep etmeye zorlanamaz (HMK m. 24/2).
23. Tasarruf ilkesi gereğince davacının davasını açarken talep ettiği hukuki korumanın ne olduğunu açıkça ifade etmesi gerektiği gibi HMK’nın “dava dilekçesinin içeriği” ile ilgili düzenleme içeren 119/1-d maddesi uyarınca da “Dava konusu”nun dava dilekçesinde gösterilmesi gerekmektedir. Aynı maddenin (e) bendinde “Davacının iddiasının dayanağı olan bütün vakıaların sıra numarası altında açık özetleri”, (g) bendinde “Dayanılan hukuki sebepler” ve (ğ) bendinde ise “Açık bir şekilde talep sonucu” dava dilekçesinde yer alması gereken diğer unsurlar arasında sayılmıştır.
24. Taraflarca getirilme ilkesinin bir sonucu olarak davacının iddiasının dayanağı olan bütün vakıaları dava dilekçesinde bildirmesi gerekir. Kanun (m. 194) buna (vakıaları) somutlaştırma yükü demektedir. Bir davada, ispat faaliyetinin tam olarak yürütülebilmesi, mahkemenin uyuşmazlığı doğru tespit ederek yargılama yapabilmesi, karşı tarafın ileri sürülen vakıalara karşı kendini savunabilmesi için, iddia edilen vakıaların açık ve somut olarak ortaya konulması gerekir. Bu şekilde somutlaştırma yükü (HMK m. 194) yerine getirileceği gibi davalı da bu vakıalara göre savunmasını yapacaktır. Dayanılan vakıalara uygulanacak hukuki sebepler de dava dilekçesinin zorunlu olmayan unsurları arasında sayılmıştır. Türk hukukunu resen uygulamakla görevli olan hâkim (HMK m. 33) için gösterilen hukuki sebepler bağlayıcı değildir. Buna karşılık, hâkim, davacının dava dilekçesinde bildirdiği vakıalarla bağlı olup, davacının bildirmediği vakıaları kendiliğinden inceleyemez ve onları hatırlatabilecek hâllerde dâhi bulunamaz (HMK m. 25). Davacının dava dilekçesinde bildirdiği vakıalar davanın temelidir. Çünkü, sadece bu vakıalar davanın sınırını çizmekte, hâkim ancak bu vakıalar hakkında inceleme yapabilmektedir. Davacının dava dilekçesinde bildirdiği vakıaların doğru olduğu, yargılama sırasında ispat edilirse ve bu vakıalar, davacıyı talep sonucunda haklı gösteriyorsa, mahkeme davacının davasını kabul ederek, davayı davacı lehine karara bağlar.
25. Talep sonucu kısmında ise talebin ne olduğu açık bir şekilde belirtilmelidir. Çünkü, taleple bağlılık ilkesi gereğince hâkim talep sonucuyla bağlı olup, ondan fazlasına veya başka bir şeye karar veremez (HMK m. 26). Bu ilke uyarınca davacının talep etmediği bir şey hakkında karar verilemez. Dava sonucunda kurulacak hükmün sınırını, tarafların karara bağlanmasını istediği talep sonucu belirler. Bu nedenle talep sonucu yeterince açık değilse hâkimin davayı aydınlatma ödevi (HMK m. 31) kapsamında açık olmayan talep sonucunu açıklatması gerekir.
26. Açıklanan tüm bu yasal düzenleme ve ilkeler çerçevesinde somut olay değerlendirildiğinde, davacı vekili dava dilekçesinde, çekişme konusu müvekkili üniversiteye ait Sağlık Uygulama ve Araştırma Hastanesinin 3 numaralı girişinde bulunan 297,60 m2 yüzölçümlü kantin/kafeteryanın 2886 sayılı Devlet İhale Kanunu hükümlerine göre 3 yıl süreyle davalıya kiraya verildiğini, kira süresi dolmasına rağmen davalının taşınmazı tahliye etmediğini, davalının fuzuli şagil durumunda olduğunu ileri sürülerek haksız işgal nedeniyle 04.01.2013- 03.07.2013 tarihleri arasındaki dönem için 90.000TL, 04.07.2013-03.12.2013 tarihleri arasındaki dönem için 75.000TL olmak üzere toplam 165.000TL tutarındaki ecrimisil alacağının tahsili isteminde bulunmuştur. Görüleceği üzere dava dilekçesinde açıklanan maddi vakıalar, taraflar arasındaki kira sözleşmesinin sona erdiği ve davacı yönünden bağlayıcı olmadığı iddiasını içermekte olup hukuki nitelendirme de davacı tarafından bu iddiaya (maddi vakıaya) uygun olarak yapılmış ve açık bir şekilde ecrimisil istenilmiştir.
27. Bu durumda davacı, kira sözleşmesine dayanmamış olduğundan, anılan bu isteğin 4721 sayılı TMK hükümlerinden kaynaklandığı ve uyuşmazlığın çözümünün 6100 sayılı HMK’nın 2/1. maddesi uyarınca asliye hukuk mahkemesinin görevinde bulunduğu açıktır.
28. Hâl böyle olunca, davanın asliye hukuk mahkemesinde görülerek taraflar arasında yapılan kira sözleşmesinin davacı üniversite bakımından da geçerli ve bağlayıcı olup olmadığının tartışılması, hukuken geçerli bir kira ilişkisinin varlığının saptanması hâlinde işgal ve kötü niyetli bir kullanım durumu olmayacağından davanın reddedilmesi, aksi hâlde ise ecrimisil isteği yönünden bir karar verilmesi gerekirken, sulh hukuk mahkemesi tarafından davacının isteminin farklı yasa ve koşullara tabi bulunan kira alacağı olarak nitelendirilerek karar verilmesi doğru görülmemiştir.
29. Öte yandan, Özel Dairenin bozma kararının dördüncü paragrafında “Dava, dava dilekçesinde de açıkça belirtildiği üzere ecrimisil talebine ilişkindir” cümlesinden sonra “Taraflar arasında 2886 sayılı Devlet İhale Kanununun 51. maddesi uyarınca, 04.01.2010 başlangıç tarihli 3 yıllık kira sözleşmesi bulunduğu konusunda ihtilaf bulunmamaktadır. Aynı kanunun 75. maddesine göre; kira sözleşmesinin bitim tarihinden itibaren, işgalin devam etmesi hâlinde, sözleşmede hüküm varsa ona göre hareket edilir, aksi hâlde ecrimisil alınır. Taraflar arasında yapılan kira sözleşmesinin 4. maddesine göre; ihale süresi sona erdiğinde veya idare tarafından süresinden önce iptal edilmesi hâlinde, kiracı herhangi bir şarta bağlı kalmaksızın kiralanan yeri tahliye etmekle yükümlüdür. Davacı 20.11.2012 tarih 4811 sayılı yazı ile kira sözleşmesinin 03.01.2013 tarihinde sona ereceğini, taşınmazın tahliye edilmesi gerektiğini davalıya bildirmiştir. Hâl böyle olunca taraflar arasında mevcut bir kira ilişkisinden bahsetmek mümkün değildir” şeklindeki açıklamalara yer verilmiş ise de, taraflar arasında kira ilişkisinin mevcut olup olmadığının asliye hukuk mahkemesince değerlendirilmesi gerektiği belirlendiğinden bu kısımların bozma kararından çıkarılması gerektiği sonucuna varılmıştır.
30. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; uyuşmazlığın vakıalara göre belirlenip çözümlenmesinin usulün temel ilkesi olduğu, vakıaları bildirmenin taraflara, getirilen vakıalara göre uyuşmazlığı tespit etmek ve bu uyuşmazlığa uyan hukuki sebebi belirleyip uygulamanın ise hâkime ait olduğu, hâkimin uyuşmazlığı ve hukuki sebebi belirlerken sadece davacı tarafın getirdiği vakıaları değil, davalı tarafın getirdiği vakıaları da esas alacağı, hukuku kendiliğinden uygulamakla görevli olan hâkimin tarafların bildirdiği hukuki sebeplerle bağlı olmadığı, somut olayda dava konusu yerin davalının kullanımında olduğu ve taraflar arasında öncesinde kira sözleşmesi yapıldığı hususlarında taraflar arasında uyuşmazlık bulunmadığı, uyuşmazlığın kira sözleşmesinin sona erip ermediği ve davalının bu yeri kira sözleşmesine dayalı olarak mı yoksa bir sözleşmeye dayalı olmaksızın mı kullandığı noktasında toplandığı, bu durumda hâkimin tarafların çelişen beyanlarını delillerle değerlendirip kira sözleşmesinin sona erip ermediğinin öncelikle belirlemesi gerektiği, kira sözleşmesinin içeriğinden sona ermediğinin açıkça anlaşıldığı, kira sözleşmesi varken hakimin iddia olunan ilişkiyi değil, varlığı sabit olan doğru ilişkiyi esas almasının zorunlu olduğu, kira sözleşmesinden doğan davalar sulh hukuk mahkemesinin görevine girdiğinden davanın esası hakkında karar verilmesinde isabetsizlik bulunmadığı, asliye hukuk mahkemesinin ecrimisil hükümlerine göre davayı inceleyip kira ilişkisi bulunduğu için davanın reddine karar vermesinin usul ekonomisi ilkesiyle bağdaşmayan sonuçların ortaya çıkmasına neden olacağı, bu nedenlerle mahkemenin davaya bakmakta görevli olduğu yönündeki direnmesi uygun bulunarak esasa ilişkin temyiz itirazları incelenmek üzere dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
31. O hâlde, Özel Daire bozma kararından “Taraflar arasında 2886 sayılı Devlet İhale Kanununun 51. maddesi uyarınca, 04.01.2010 başlangıç tarihli 3 yıllık kira sözleşmesi bulunduğu konusunda ihtilaf bulunmamaktadır. Aynı kanunun 75. maddesine göre; kira sözleşmesinin bitim tarihinden itibaren, işgalin devam etmesi hâlinde, sözleşmede hüküm varsa ona göre hareket edilir, aksi hâlde ecrimisil alınır. Taraflar arasında yapılan kira sözleşmesinin 4. maddesine göre; ihale süresi sona erdiğinde veya idare tarafından süresinden önce iptal edilmesi hâlinde, kiracı herhangi bir şarta bağlı kalmaksızın kiralanan yeri tahliye etmekle yükümlüdür. Davacı 20.11.2012 tarih 4811 sayılı yazı ile kira sözleşmesinin 03.01.2013 tarihinde sona ereceğini, taşınmazın tahliye edilmesi gerektiğini davalıya bildirmiştir. Hâl böyle olunca taraflar arasında mevcut bir kira ilişkisinden bahsetmek mümkün değildir” ibarelerinin tamamen çıkarılarak yukarıda yazılı değişik gerekçe ile direnme kararı bozulmalıdır.

IV. SONUÇ :
Açıklanan nedenlerle,
1-Özel Daire bozma kararında yer alan “Taraflar arasında 2886 sayılı Devlet İhale Kanununun 51. maddesi uyarınca, 04.01.2010 başlangıç tarihli 3 yıllık kira sözleşmesi bulunduğu konusunda ihtilaf bulunmamaktadır. Aynı kanunun 75. maddesine göre; kira sözleşmesinin bitim tarihinden itibaren, işgalin devam etmesi hâlinde, sözleşmede hüküm varsa ona göre hareket edilir, aksi halde ecrimisil alınır. Taraflar arasında yapılan kira sözleşmesinin 4. maddesine göre; ihale süresi sona erdiğinde veya idare tarafından süresinden önce iptal edilmesi hâlinde, kiracı herhangi bir şarta bağlı kalmaksızın kiralanan yeri tahliye etmekle yükümlüdür. Davacı 20.11.2012 tarih 4811 sayılı yazı ile kira sözleşmesinin 03.01.2013 tarihinde sona ereceğini, taşınmazın tahliye edilmesi gerektiğini davalıya bildirmiştir. Hâl böyle olunca taraflar arasında mevcut bir kira ilişkisinden bahsetmek mümkün değildir” ifadelerinin bozma kararından çıkarılmasına,
2-Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda açıklanan değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,
Aynı Kanun’un 440. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 06.10.2020 tarihinde yapılan ikinci görüşmede oy çokluğu ile karar verildi.

KARŞI OY

Davacı dava dilekçesinde iddiasının dayanağı olan vakıaları (HMK 119/1-e), davalı da cevap dilekçesinde savunmasının dayanağı olan vakıaları (HMK129/1-e) gösterir.
Ön inceleme duruşmasında hâkim tarafların anlaştıkları veya anlaşmadıkları hususları tek tek tespit edip (HMK 140/1) bunlar üzerinden sulhe teşvik eder (HMK 140/2) ve sulh faaliyetinden sonuç alınamazsa anlaşamadıkları hususların neler olduğunu tutanağa geçirir (HMK 140/3). Hâkimin uyuşmazlığın yol haritası olarak tespit ettiği bu hususlar dayanılan vakıalardan hangilerinde tarafların uyuşmadığının belirlenmesi olup bununla uyuşmazlıkta ispatı gereken vakıaların neler olduğu da tespit edilmiş olmaktadır.
Hâkim, Türk hukukunu resen uygular (HMK 33/1). Bu hükmün sonucu olarak tarafların getirdiği vakıalara göre uyuşmazlığı belirleyip bu uyuşmazlığa doğru hukuki sebebi bulmak ve uygulamak hâkimin görevidir.
Uyuşmazlığın vakıalara göre belirlenip çözümlenmesi usulün temel ilkesidir. HMK’nun bu ilkeye verdiği önem, vakıalarla ilgili olarak yirmiyedi ayrı maddede hüküm bulunması ve otuzaltı kez vakıalar ibaresine yer verilmiş olmasından da anlaşılmaktadır.
Bu hükümlerden özellikle; tarafların davanın dayanağı olan vakıalara ilişkin açıklamalarını gerçeğe uygun bir biçimde yapmakla yükümlü olduğu (HMK 29/1), tahkikat aşamasında mahkemenin, her iki tarafı usulüne uygun olarak davet edip, davada ileri sürülen vakıalar hakkında dinleyebileceği (HMK 144/1), isticvabın, davanın temelini oluşturan vakıalar ve onunla ilişkisi bulunan hususlar hakkında olacağı (HMK 169/2), ispatın konusunu tarafların üzerinde anlaşamadıkları ve uyuşmazlığın çözümünde etkili olabilecek çekişmeli vakıaların oluşturması ve bu vakıaların ispatı için delil gösterileceği (HMK 187/1), tarafların dayandıkları vakıaları, ispata elverişli şekilde somutlaştırmaları gerektiği (HMK 194/1), hükmün, tarafların iddia ve savunmalarının özetini, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delilleri, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesini, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebepleri kapsaması gerektiği (HMK 297/1-c) düzenlemeleri, vakıa temelli çözümün esas alındığını açıkça göstermektedir.
Bu hükümlerden de anlaşılacağı üzere hukuk davası vakıalar üzerinden yürür. Vakıaları bildirmek taraflara aittir. Getirilen vakıalara göre uyuşmazlığı belirlemek ve bu uyuşmazlığa uyan hukuki sebebi belirleyip uygulamak ise hâkimin görevidir. Hâkim uyuşmazlığı ve hukuki sebebi belirlerken sadece davacı tarafın getirdiği vakıaları değil, davalı tarafın getirdiği vakıaları da esas alır ve buna göre doğru hukuki ilişkiyi belirleyerek uyuşmazlığı çözer. Bunun diğer anlamı hâkimin tarafların iddia ettikleri hukuki ilişkiyi değil doğruluğu açık olan veya ispatlanmış olan vakıalar esas alındığında varlığı kabul edilecek olan hukuki ilişkiyi esas alacak olmasıdır.
HMK’nın taraflara bildirme yükümlülüğü getirdiği vakıalar hukuki sebep olmayıp maddi olaylardır. Tarafların bu maddi vakıaya uyan hukuk kuralını bildirme zorunluluğu olmadığı gibi bildirseler bile hukuku kendiliğinden uygulamakla görevli olan hâkim tarafların bildirdiği bu hukuki sebeplerle de bağlı değildir.
Hâkim uyuşmazlığı ve hukuki sebebi sadece esastan karar verebilmek için belirlemez. Ayrıca bu hukuki sebebe göre esasa girebilmeyi mümkün kılmayan dava şartı engeli olup olmadığını saptayabilmek için de belirler. Görev kuralları zaten genellikle uygulanacak hukuki sebebe göre aranacak bir dava şartıdır. Uyuşmazlığa uygulanması gerekmeyen bir hukuki sebebe göre mahkemenin kendini görevsiz sayabilmesi de mümkün değildir.
Yukarıda yapılan açıklama ve sözü edilen kurallarla birlikte somut olay değerlendirildiğinde; davacı, taraflar arasında üç yıl süreli kira sözleşmesi bulunduğunu, kira sözleşmesinin bitim tarihinde sözleşmenin uzatılmayacağı ve bitim tarihinde boşaltılarak tahliye edilmesi hususu bildirildiği hâlde davalının kira süresi biten taşınmazı teslim etmeyerek karşılıksız kullanmaya devam ettiğini belirterek ecrimisil alacağına hükmedilmesini istemiştir.
Davalı ise taraflar arasında kiracılık ilişkisi bulunduğunu ve taşınmazdaki kullanımının haksız olmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Bu durumda bu yerin davalı kullanımında olduğu ve taraflar arasında öncesinde kira sözleşmesi yapıldığı vakıaları yönünden taraflar arasında uyuşmazlık yoktur. Uyuşmazlık kira sözleşmesinin sona erip ermediği ve davalının bu yeri kira sözleşmesine dayalı olarak mı yoksa bir sözleşmeye dayalı olmaksızın mı kullandığı noktasında toplanmaktadır.
Bu durumda hâkim tarafların çelişen beyanlarını delillerle değerlendirip kira sözleşmesinin sona erip ermediğini öncelikle belirlemek durumdadır.
Kira sözleşmesinin sona ermediği sözleşme içeriğinden açıkça anlaşılmaktadır. Çünkü Üniversitenin taraf olduğu kira sözleşmesi 2886 sayılı Kanuna göre kiraya verilmiş olsa bile uyuşmazlığa konu tarihler gözetildiğinde sürenin sona ermesi ile kendiliğinden sona ermemektedir. Kanunun 75. maddesinde o tarihlerde hazine ve vakıf taşınmazları için sürenin bitimi ile sona ereceği düzenlenmiş ise de üniversite taşınmazları için bu şekilde bir sona erme bulunmamaktadır. Davacı kira sözleşmesinin sona ermesini ancak kanunda düzenlenmiş haklı sebeplere dayalı olarak dava açmak suretiyle sağlayabilecektir. Bu şekilde alınmış bir mahkeme kararı da olmadığı için sözü edilen kira sözleşmesinin sona ermediği ve geçerli olduğu vakıası açıkça anlaşılmaktadır.
Diğer bir vakıa davalının bu yeri karşılığını vermeksizin kullanmasıdır. Davalının bu yeri kullandığında uyuşmazlık yoktur. Ancak bu kullanımın karşılığının parasal değerinin ne olduğu tartışmalıdır. Hâkim bu bedeli belirleyebilmek için gerçek ilişkiyi esas alacağına göre karşılıksız kullanıldığı iddiasının parasal karşılığını da kira sözleşmesi hükümlerini esas alarak belirleyecektir. Kira sözleşmesi varken kira sözleşmesi yokmuş gibi bedel belirlenemeyeceği için hâkimin iddia olunan ilişkiyi değil, varlığı sabit olan doğru ilişkiyi esas alması zorunludur.
Doğru hukuki ilişkinin esas alınması ise aynı zamanda hukuki sebebi belirleyecektir. Çünkü hâkim doğru hukuki sebebi bulmakla görevlidir. Uyuşmazlığın kira sözleşmesine göre çözümlenmesi gerektiği saptandığında ise hâkim dava şartlarını gözden geçirmelidir. Çünkü bu hukuki sebebe göre esasa girmeyi engelleyen bir dava şartı varsa esası incelenmeyecek ve dava şartı yokluğundan davanın usulden reddi gerekecektir. Kira sözleşmesinden doğan davalar sulh hukuk mahkemesinin görevine girdiğinden davanın açıldığı sulh hukuk mahkemesi için göreve ilişkin dava şartı eksikliği bulunmamaktadır. Bu durumda davanın esası hakkında karar verilmiş olmasında bir isabetsizlik yoktur.
Doğru hukuki ilişkinin esas alınmayıp iddia olunan hukuki ilişkinin esas alınması hâlinde asliye hukuk mahkemesinin, kira sözleşmesinden doğduğu için görevine girmeyen bir uyuşmazlık hakkında esastan karar vermesi durumu ortaya çıkacaktır. Oysa ki görevsiz mahkeme esastan karar veremez.
Ayrıca asliye hukuk mahkemesi ecrimisil hükümlerine göre inceleyip, kira sözleşmesi bulunduğu için davanın reddine karar verdiğinde davacı bu kez kira sözleşmesi nedeniyle görevli mahkemede ayrı dava açmak zorunda kalacaktır. Bu ise aynı maddi vakıaya dayanıldığı hâlde değişik hukuki sebeplere dayalı olarak birden fazla dava açılabilmesi gibi usulün temel ilkeleriyle ve özellikle usul ekonomisi ilkesiyle de bağdaşmayan sonuçların ortaya çıkmasına neden olacaktır.
Yukarıda açıklanan nedenlerle, mahkemenin davaya bakmaya görevli olduğu yönündeki direnmesi uygun bulunarak esasa ilişkin temyiz itirazları incelenmek üzere dosyanın özel daireye gönderilmesi gerektiği görüşünde olduğumuzdan davacı iddiasının dayandığı ecrimisil hükümlerine göre işin esası incelenerek karar verilmesi gerektiği için hükmün değişik gerekçeyle bozulması yönünde oluşan değerli çoğunluk görüşüne katılamıyoruz.

Buraya tıklayarak diğer makale, örnek karar ve dilekçelerimize ulaşabilirsiniz.

Fatih Üçgül

Recent Posts

SÖZLEŞME TÜRLERİ

SÖZLEŞME TÜRLERİ Hukukumuzda sözleşme serbestisi ilkesi olduğu için tarafların kanunda tamamlanmamış bambaşka sözleşmeler yapma veya…

3 ay ago

Birden Fazla Ada ve Parsel Üzerinde Kurulu Bulunan Sitenin Ortak Gider Alacağının Tahsiline İlişkin Davalar

KAT MÜLKİYETİ DAVALARI 634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanunu (KMK), Genel Hükümler, Kat Mülkiyetinin ve Kat…

3 ay ago

Nişanlanma

Nişanlanma, evliliğin kurulmasından önceki aşamayı oluşturur. Herhangi bir şekli şart gerekli değildir. Tarafların herhangi bir…

3 ay ago

Yalan Tanıklık Veya Gerçek Dışı Bilirkişilik Yapılması

Yargılamanın lehe yenilenmesi sebeplerinden birisi; yemin verilerek dinlenmiş olan bir tanık veya bilirkişinin hükmü etkileyecek…

3 ay ago

Ansökan Om Uppehållstillstånd i Turkiet

Frågor att ta hänsyn till vid ansökan om uppehållstillstånd i Turkiet Inledning Under de senaste…

5 ay ago

Teslim Edilen Eserin Ayıplı Olması

Eserin ayıplı olması, eserin sözleşmeye göre sahip olması gereken niteliklere sahip olmaması halidir. Bu da,…

6 ay ago