Hukuk Genel Kurulu 2017/503 E. , 2017/1190 K.
“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Ticaret Mahkemesi
Taraflar arasındaki asıl, birleşen ve karşılık “alacak” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Kadıköy 3. Asliye Ticaret Mahkemesince asıl davanın 1.735.262,82 TL. üzerinden kabulüne, karşı davanın reddine, taraflarca takip edilmeyen birleşen davanın ise açılmamış sayılmasına dair verilen 27.12.2011 gün ve 2005/421 E.-2011/882 K. sayılı kararın davalı-karşı davacı kooperatif vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 15. Hukuk Dairesinin 16.01.2014 gün ve 2013/4701 E. 2014/354 K. sayılı kararı ile;
“…Asıl dava, davalı iş sahibi kooperatif tarafından yapılan feshin haksızlığının tesbiti ile bakiye iş bedelinin tahsiline karar verilmesi; karşı dava, yüklenici şirkete fazla yapılan ödeme ile eksik ve kusurlu işler bedelinin tahsili ve tazminat, yüklenici şirket tarafından açılan birleşen dava ise sözleşme dışı yapılan fazla işler bedelinin tahsili istemlerine ilişkindir. Mahkemece, asıl davanın ıslahla arttırılan miktar da dikkate alınarak kabulüne, karşı davanın reddine, birleşen davanın esası hakkında hüküm kurulmasına yer olmadığına dair verilen karar davalı ve karşı davacı iş sahibi kooperatif tarafından temyiz edilmiştir.
Taraflar arasında 02.02.1994 tarihli “Konut İnşaat Sözleşmesi” ve 12.07.1997 tarihli “02.02.1994 tarihli konut inşaat sözleşmesine ek sözleşmedir.” başlıklı adi yazılı şekilde yapılmış sözleşmeler düzenlenmiş olup; bu sözleşmeler 818 Sayılı Borçlar Yasası’nın 355. maddesi hükmünde tanımı yapılan eser sözleşmesi niteliğindedir.
Asıl davada, davacı yüklenici şirket, asıl ve ek sözleşme hükümleri uyarınca, edimini yerine getirdiğini, sözleşme konusu inşaatları %95 oranında tamamladıktan sonra davalı kooeparatifin sözleşmeyi haksız olarak feshettiğini belirterek, feshin haksızlığının ve geçersizliğinin tesbitiyle bakiye iş bedelinin tahsiline karar verilmesini istemiştir. Yüklenicinin iş bedeline hak kazanabilmesi için, inşaatı sözleşmeye, plân ve projesine, imar mevzuatı ve teknik kurallara uygun biçimde yapıp, iş sahibine teslim etmesi gerekmektedir. Somut olayda; mahkemece, alınan 02.06.2008 tarihli bilirkişi raporunda “davaya konu inşaatların belediyece tastik edilmiş mimari, statik, tesisat, kalorifer ve ısı yalıtım projeleri ile yine belediyesince düzenlenerek onaylanmış inşaat ruhsatı bulunmadığından dava konusu binaların kaçak yapı durumunda bulunduğu” belirtilmiştir. 3194 Sayılı İmar Kanunu’nun 21. maddesi uyarınca, 26. maddede sayılan istisnalar dışında tüm yapılara yapı ruhsatı alınması zorunludur. Ruhsat verilmesi için gerekli şartlar İmar Kanunu’nun 22. maddesinde gösterilmiştir. Aksine sözleşmede hüküm yoksa ruhsat alma yükümlülüğü iş sahibine aittir. Taraflar arasındaki gerek asıl ve gerekse ek sözleşmede yapı ruhsatı alınması ediminin yükleniciye ait olduğu kararlaştırılmadığından 3194 Sayılı İmar Kanunu’nun 30. maddesi hükmü gereğince, yapı ruhsatını almak edimi iş sahibi kooperatife aittir. Ruhsat alınmadan ya da ruhsat alınsa bile alınan ruhsata uygun yapılmayan inşaatlar “kaçak inşaat” olarak tanımlanır. Daire’mizin yerleşik uygulama ve içtihatlarına göre de, emredici hukuk kurallarını içeren 3194 Sayılı İmar Kanunu hükümlerine aykırı yapılan yapı, “kaçak yapı” niteliğinde olduğundan yasal hale getirilmedikçe ekonomik değer ifade etmez. Ekonomik değer taşımadığı için de yüklenici bu nitelikteki iş ve imalâtın bedelini isteyemez. Ancak; işin yasal duruma getirilmesi halinde yüklenici, hakettiği iş bedelini talep edebilir.
Hâl böyle olunca, öncelikle davalı iş sahibi kooperatifin edimi kapsamında olduğundan inşaatların yasal hale getirilmesi ve yapı ruhsatının alınabilmesi için iş sahibi kooperatife yeterli süre ve yetki verilmesi; kooperatifin yapı ruhsatı alıp inşaatları yasal hale getirmemesi durumunda aynı sebeple, yüklenici şirkete yetki ve uygun süre verilmesi, verilecek yetki ve uygun süreye rağmen yasal hale getirilmemesi durumunda inşaatların ekonomik değerinden söz edilemeyeceğinden, yüklenici tarafından açılan asıl davanın reddine karar verilmesi gerekir.
İnşaatların yasal hale getirilmesi durumunda ise; dosya kapsamından Üsküdar Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 11.09.2006 tarihli iddianamesi ile içlerinde yüklenici şirket yetkilisinin ve kooperatif yetkililerinin de bulunduğu birçok sanık hakkında zimmet ve görevi kötüye kullanmak suçlarından Üsküdar 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2006/272 esas numarasına kayıtlı dosyasında kamu davası açıldığı ve bu davanın halen derdest olduğu anlaşılmaktadır. 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 53. maddesi uyarınca, ceza yargılamasında subuta eren maddi olgular hukuk hakimini bağlar. Bir başka deyişle, ceza davasında subuta eren maddi vakıaların hukuk davasında nazara alınacağı açıktır. Ceza mahkemesinin uyuşmazlık konusu olayın tesbitine, diğer bir söyleyişle olayın varlığına ve sanık tarafından işlendiğine ilişkin maddi olgular hakkındaki kesinleşmiş saptaması, aynı konudaki hukuk mahkemesinde de kesin hüküm oluşturur. O halde, görülmekte olan ceza davasının sonuçları temyize konu hukuk davasını etkileyeceğinden mahkemece Üsküdar Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılaması sürdürülen davanın sonucunun beklenmesi, ceza davasında verilecek karar kesinleştikten sonra, ceza davasında subuta eren maddi olgular ve toplanan tüm deliller de değerlendirilmek suretiyle gerçeğin ortaya çıkması için görevlendirilecek 3 kişilik konusunda uzman bilirkişi heyetiyle mahallinde keşif yapılması, denetime elverişli ve gerekçeli rapor alınması ve oluşacak sonuç çerçevesinde yüklenicinin hakettiği iş bedelinin tutarının saptanması gerekir.
Açıklanan hususlar üzerinde durulmadan eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm tesisi doğru olmamış, kararın bozulması gerekmiştir…”
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda (dosya kendisine aktarılan) İstanbul Anadolu 4. Asliye Ticaret Mahkemesince önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve direnme kararının verildiği tarih itibariyle uygulanması gereken 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 438 inci maddesinin ikinci fıkrası hükmü gereğince kararı temyiz etmeyen asıl ve birleşen dava davacısı vekilinin duruşma isteğinin reddine karar verilip dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Asıl ve karşı dava ile birleşen davalar eser sözleşmesinden kaynaklanan alacağın tahsili istemlerine ilişkindir.
Davacı vekili müvekkili ile davalı arasında akdedilen asıl ve ek sözleşmeler gereği davalıya ait arsa üzerinde inşaat yaparak teslim ettiğini, bağımsız bölümlerin kullanılmaya başlandığını ancak davalı yanca bedelin bir kısmının ödenmediğini ileri sürerek davalı tarafından yapılan feshin haksızlığının ve geçersizliğinin tespitine, hak ediş bedellerinden bakiye 1.744.650,73 TL alacaklarından, fazlaya ilişkin talep ve dava hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 60.000,-TL alacağın işlemiş ve işleyecek reeskont faiziyle birlikte tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Birleşen davada ise (eldeki davanın açıldığı tarihte) yapılan ek işlere ilişkin alacak dava konusu edilmiştir.
Davacı vekili 28.10.2010 günlü ıslah ile dava değerini 1.735.262,82 TL’ye çıkartmıştır.
Davalı vekili davacının taahhüt ettiği sürede inşaatı tamamlayamadığını, binanın Bayındırlık İşleri Genel Şartnamesine uygun evsafta olmadığını, bu sorunun giderilebilmesi için ilave masraf yapılması gerektiğini; davacının vergi ve diğer yasal sorumluluklarını yerine getirmemesi nedeniyle kooperatife mali külfet getirildiğini, davalı yetkilileri ile müvekkili kooperatifin eski yöneticileri arasında yapılan işlemlerle aslında 1.300.000,-TL civarında fazla ödeme yapıldığının saptandığın ve önceki yönetimin ibra edilmediğini, ayrıca ilgililer hakkında ceza kovuşturması başlatıldığını, eksikliklerin giderilmesi için ihtarla verilen sürenin sonunda karşı yanın edimini yerine getirmemesi üzerine sözleşmenin feshedildiğini, geçici ve kesin kabulün ve kesin hesabın yapılmadığını, bağımsız bölümlerin kullanılmaya başlanmasının teslim anlamına gelmeyeceğini bildirerek davanın reddine karar verilmesini istemiş;
Karşı davasında davacıya yapılan 1.300.000,-TL civarındaki fazla ödemenin şimdilik 10.000,-TL’lik kısmının tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Mahkemece davacı yanın yaptığı imalatlar ve davalının ödemeleri dikkate alınarak asıl davanın 1.735.262,82 TL. üzerinden kabulüne, karşı davanın reddine, taraflarca takip edilmeyen birleşen davanın ise işlemden kaldırıldığından (HMK.m.150), bu dava hakkında hüküm kurulmasına yer olmadığına dair verilen karar, davalı-karşı davacı vekilinin temyiz itirazı üzerine Özel Dairece yukarıda gösterilen gerekçelerle bozulmuş, diğer temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına karar verilmiştir.
Mahkemece davacı yüklenicinin ruhsat alma yükümlülüğünün bulunmadığı, davacının eseri tamamlayıp teslim ettiğinin, böylelikle sözleşmeden doğan edimini tam olarak ifa ettiğinin tartışmasız olduğu ve bu aşamadan sonra ceza yargılaması sonucunun da eldeki davayı etkilemeyeceği gerekçesiyle önceki kararda direnilmiştir.
Direnme kararı davalı-karşı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olay bakımından eser sözleşmesi uyarınca yapının ruhsata bağlanması yükümlülüğünün yüklenicide mi yoksa iş sahibinde mi olduğu, bu eksikliğin giderilmesinin mümkün olup olmadığı ve bedel talebinin buna bağlanıp bağlanamayacağı ve kooperatif yöneticileri ve davacı şirket yetkilisi hakkında sürdürülen ceza yargılamasının eldeki dosyaya etkisinin olup olmadığı noktalarında toplanmaktadır.
Asıl ve birleşen dosya davacısı… İmar İnş. Taah. Tic. Ltd. yüklenici, davalı ve karşı davacı …. Akören Konut Yapı Kooperatifi ise arsa malikidir. Taraflar arasında 02.02.1994 günlü asıl ve 12.07.1997 tarihli ek eser sözleşmeleri yapılmış, bununla yüklenici arsa üzerine bedeli karşılığı bina yapmayı üstlenmiştir.
İş sahibinin ödemeyi borçlandığı bir bedel karşılığında yüklenicinin bir eser meydana getirip teslim etmeyi üstlendiği sözleşmeye “eser sözleşmesi” denir (Eren, F.: Borçlar Hukuku Özel Hükümler, 2.b., Ankara 2015, s.584; Selimoğlu, E.: İstısnâ -Eser- Sözleşmesi, Ankara 2010, s.1).
Tanımından da anlaşılacağı gibi eser sözleşmesi tam iki tarafa borç yükleyen bir sözleşmedir. Yüklenicinin sözleşmeden doğan asli borcu bir eser meydana getirerek bunu iş sahibine teslim etmektir (818 s. BK.m.355; 6098 s. TBK.m.470). Meydana getirilerek iş sahibine teslim edilen eserin “ayıpsız” olması gerekir. Kanun ayıbın açık tanımını vermemiştir. Ancak ayıbın ağırlığı konusunda bir sıralama yapmıştır. Kanuna göre eserin “…iş sahibinin kullanamayacağı veya hakkaniyet gereği kabule zorlanamayacağı ölçüde ayıplı” olmasını, “aşırı masraf gerektirmemesi halinde onarımın mümkün olması” halinden ayırmıştır (818 s. BK.m.360/I-II; 6098 s. TBK.m.475/1-3).
Öğretide ağırlıkla benimsenen tanıma göre; meydana getirilen eserin sözleşmede belirtilen nitelikleri taşımaması ya da dürüstlük kuralına göre eserde bulunması gereken niteliklerden yoksun olması halinde eserin ayıplı olduğu kabul edilmektedir (Eren, s.634; Turanboy, A.: Yargıtay Kararlarına Göre Müteahhidin Teslimden Sonra İnşaatdaki Noksan ve Bozukluklardan Doğan Mesuliyeti, AÜHFD., C.XLI (1989-1990), S.1-4, s.157 vd.; Canpolat, F.: İstisna Sözleşmesinde İş Sahibinin Ayıba Karşı Tekeffülden Doğan Hakları, Ankara 2009, s.65).
Gerek öğretide gerekse uygulamada ayıp maddi, hukuki, ekonomik ve estetik ayıp olarak tasnif edilmektedir. Bu tasnif içinde “hukuki ayıp” üzerinde durmakta yarar vardır. Hukuki ayıp edim konusu üzerinde, alıcının ondan yararlanmasını veya onun üzerinde tasarruf etmesini engelleyen, malın değerini veya ondan beklenen faydayı etkileyen ve genellikle- kamu hukukundan doğan sınırların bulunmasıdır (Aral, F./Ayrancı, H.: Borçlar Hukuku Özel Borç İlişkileri, 10.b., Ankara 2014, s.119; Kahveci, N.: Taşınır Satımında Ayıplı Mal Nedeniyle Tüketicinin Sözleşmeden Dönmesi, Ankara 2014, s.9).
Nitekim 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 21 nci maddesi uyarınca, anılan Yasanın kapsamına giren bütün yapılar için yapı (inşaat) ruhsatı alınması şarttır. Yasanın 22 nci maddesine göre yapı ruhsatı almak için belediye veya valilik bürolarına yapı sahipleri veya kanuni vekillerince dilekçe ile müracaat edilmelidir; dilekçeye sadece tapu (istisnai hallerde tapu senedi yerine geçecek belge), mimari proje, statik proje, elektrik ve tesisat projeleri, resim ve hesapları, röperli veya yoksa ebatlı kroki eklenmesi gereklidir. Eğer yapı ruhsatsızsa ya da ruhsat ve eklerine aykırı olarak inşa edilmiş ve ruhsata uygun hale de getirilemiyorsa binanın yıkılması gerekir (İmar K.m.32). Ayrıca ruhsatsız yapılarla ilgili idari müeyyideler de uygulanır (m.42).
Hemen belirtmek gerekir ki İmar Kanunundaki hükümler kamu düzenine ilişkin olup mahkemeler ve Yargıtay’ca re’sen gözetilir.
Meydana getirilen eserdeki ayıp hükümleri ile İmar Kanunu maddelerinin bir arada değerlendirilmesinden, ruhsatsız bir yapının fiziksel (maddi) anlamda eksiksiz olması halinde dahi hukuken ayıplı sayılacağı ve yüklenicinin ayıptan doğan sorumluluğuna gidilebileceği sonucuna varılmaktadır.
Öte yandan yüklenicinin eser meydana getirip teslim etme borcunun karşısında, eser sözleşmesinin iş sahibine yüklediği edim “bedeli ödemek”tir (818 s. BK.m.355; 6098 s. TBK.m.470).
Sözleşmenin koşulları ya da özelliğine göre daha sonra ifa hakkı bulunmadıkça, karşılıklı edimler içeren sözleşmelerde, sözleşmenin ifasını isteyen tarafın öncelikle kendi borcunu ifa etmiş ya da ifasını önermiş olması gerekir (818 s. BK.m.81; 6098 s. TBK.m.97). Eser sözleşmesinde de yüklenicinin bedelin ödenmesini istemesi, eseri ayıpsız biçimde teslim etmesi ya da etmeye hazır olduğunu bildirmesi koşuluna bağlıdır. İş sahibi ayıplı eseri teslim almaya zorlanamaz; bu durumda iş sahibinin bedel ödeme borcu da muaccel olmaz. İş sahibi ayıp giderilinceye kadar ödemeden kaçınabilir (Baygın, C.: Türk Hukukuna Göre İstisna Sözleşmesinde Ücret ve Tabi Olduğu Hükümler, İstanbul 1999, s.193-194).
Edim konusu inşaat (bina yapımı) olan eser sözleşmeleri bakımından binanın sözleşme ve eklerine, fen ve sanat kaidelerine, tasdikli projeye, ruhsata ve diğer imar düzenlemelerine uygun olması şarttır; aksi takdirde eserin ayıplı olduğu sonucuna varılır ve bu halde yüklenici iş bedeline hak kazanamaz.
Sözleşmede aksi kararlaştırılmış olmadıkça yapı ruhsatı almak yükümlülüğü iş (arsa) sahibine aittir; bu mükellefiyetin yerine getirilmesi yükleniciden beklenemez. Ancak basiretli bir iş adamı sıfatını taşıyan ehil bir yüklenicinin de ruhsat ve proje olmaksızın inşaata başlamaması ve bunu sürdürmemesi gerekir. Yüklenici bu ilkenin aksine davranmış ise, başka deyişle ruhsat ve gerekli izinleri almaksızın binayı tamamlamışsa iş bedeline hak kazanamaz. Böyle bir durumda yüklenicinin iş bedeline hak kazanabilmesi eğer mümkünse proje ve ruhsat eksiklerinin giderilmesine bağlıdır. Aynı şekilde iş sahibi de projesi ve ruhsatı olmayan bir inşaatta mevcut eksiklik ve kusurlu işlerin giderim bedelini isteyemez.
Somut olaya bakıldığında;
Üsküdar Belediye Başkanlığı İmar Müdürlüğünün cevabi yazısında dava konusu taşınmaz için bir projenin bulunmadığı belirtilmiş; aynı birimin 30.09.2014 gün ve 6215-6311 sayılı yazısında taşınmazla ilgili bir imar parselasyonunun bulunmadığı, bu nedenle herhangi bir imar uygulamasının yapılamayacağı ve inşaat hakkında çok sayıda yapı tatil zaptının tutulduğu bildirilmiştir. Yine dosyada bulunan Üsküdar 5. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2004/55 D. İş sayılı dosyasında yapılan tespit sonucu düzenlenen 19.10.2004 tarihli bilirkişi raporu ile dava dosyasında görüşüne başvurulan bilirkişilerce hazırlanan 02.06.2008 günlü raporda da davaya konu inşaatların belediyece tasdik edilmiş mimari, statik, tesisat, kalorifer ve ısı yalıtım projelerinin bulunmadığı” ve ruhsatsız durumdaki dava konusu binaların “kaçak yapı” niteliğinde olduğu belirtilmiştir. Yüklenicinin de proje ve yapı izin belgesi (inşaat ruhsatı) bulunduğuna dair bir iddiası yoktur.
Yukarıdan beri açıklanan ilkeler ve somut olay bir arada değerlendirildiğinde ilke olarak ruhsata bağlanmamış inşaat nedeniyle yüklenicinin iş bedeli isteyemeyeceği tartışmasızdır. Ancak Yargıtay’ın son yıllardaki uygulamasında, sırf bu nedenle davanın reddine karar verilmesinin yüklenicinin mağduriyetine neden olduğu da dikkate alınarak, mahkemenin öncelikle onaylı projesi ve yapı izin belgesi bulunmadan yapılan inşaatın imar mevzuatına uygun hale getirilmesinin mümkün olup olamayacağının ilgili idarelerden sorulması ve bilirkişiden alınacak ek raporla saptanmasının gerektiği; bu araştırma ve incelemenin yapılmasından sonra binanın hiç bir şekilde proje ve ruhsata bağlanmasının mümkün olmayacağının anlaşılması halinde, ki böyle bir durumda yıkılması gereken binanın ekonomik değerinin de olmadığı gözetilerek, yüklenicinin açtığı imalat bedeline ilişkin davanın reddinin lazım geldiği benimsenmiştir. Binanın yasal hale getirilmesinin mümkün olduğunun anlaşılması halinde ise (yapı izin belgesi almak yükümlülüğü iş sahibine ait olduğundan) öncelikle iş sahibine gerekli projeleri hazırlayıp inşaatı ruhsata bağlatması için süre verilmeli, adı geçenin bunu yerine getirmemesi halinde yüklenicinin bu gerekliliği sağlayabilmesine olanak tanınmalı ve bina yasal hale getirilirse yüklenicinin imalat bedelini isteyebileceği aksi takdirde bedel isteyemeyeceği kabul edilmelidir.
Karşı dava bakımından inşaatların yasal hale getirilmesi durumunda ceza yargılamasına ilişkin dosyanın bekletici mesele yapılması konusundaki bozma ve buna yönelik direnme kararına gelince;
Bu noktada öncelikle ceza mahkemesi kararlarının hukuk davasına etkisi, diğer bir deyişle ceza mahkemesinin hangi kararlarının hukuk mahkemelerini bağlayacağı konusu üzerinde durmakta yarar vardır:
Ceza mahkemesi kararlarının hukuk mahkemesine (davasına) etkisi, hukukumuzda 6098 s. Türk Borçlar Kanununun 74 üncü maddesinde (818 s. BK.m.53) düzenlenmiş olup hukuk hakimi, ceza mahkemesinin kesinleşmiş kararları karşısında ilke olarak bağımsız kılınmıştır. Bu ilke ceza kurallarının kamu yararı yönünden bir yasağın yaptırımını; aynı uyuşmazlığı kapsamına alan hukuk kurallarının ise kişi ilişkilerinin medeni hukuk alanında düzenlenmesi ve özellikle tazmin koşullarını öngörmesi esasına dayanmaktadır.
6098 s. Türk Borçlar Kanununun konuyu düzenleyen 74 üncü maddesi:
“Hâkim, zarar verenin kusurunun olup olmadığı, ayırt etme gücünün bulunup bulunmadığı hakkında karar verirken, ceza hukukunun sorumlulukla ilgili hükümleriyle bağlı olmadığı gibi, ceza hâkimi tarafından verilen beraat kararıyla da bağlı değildir.
Aynı şekilde, ceza hâkiminin kusurun değerlendirilmesine ve zararın belirlenmesine ilişkin kararı da, hukuk hâkimini bağlamaz” hükmünü amirdir.
Bu açık hüküm karşısında ceza mahkemesince verilen beraat kararı, kusur ve derecesi, zarar tutarı, temyiz gücü ve yükletilme yeterliği, illiyet gibi esasların hukuk hakimini bağlamayacağı konusunda duraksama bulunmamaktadır.
Hemen belirtilmelidir ki, hukuk hakiminin yukarıda açıklanan bu bağımsızlığı sınırsız değildir. Gerek öğretide ve gerekse Yargıtay’ın yerleşmiş içtihatlarında, ceza hakiminin tespit ettiği maddi olaylarla ve özellikle “fiilin hukuka aykırılığı” konusu ile hukuk hakiminin tamamen bağlı olacağı kabul edilmektedir. Diğer bir anlatımla, maddi olayları ve yasak eylemlerin varlığını saptayan ceza mahkemesi kararı, taraflar yönünden kesin delil niteliğini taşır (HGK., 10.01.1975 gün ve 1971/T-406 E., 1975/1 K.; 23.01.1985 gün ve 1983/10-372 E, 1985/21 K; 27.04.2011 gün ve 2011/17-50 E, 2011/231 K; 03.04.2013 gün ve 2012/19-873 E, 2013/433 K sayılı kararları).
Hukuk yargılaması usulü bir şekil hukukudur. Davanın açılması, itirazların ileri sürülmesi, tanıkların ve diğer delillerin bildirilmesi belirli süre koşullarına bağlı kılındığı gibi ikinci tanık listesi verilememesi, iddia ve savunmanın genişletilmesi yasağı gibi yargılamanın süratle sonuçlandırılması gayesi ile belirli kısıtlamalar getirilmiştir. Bunun sonucunda, hukuk hakimi şekli gerçeği arayacak, maddi gerçek öncelikli hedef olmayacaktır. Ancak ceza hakimi bunun tersine öncelikli hedef olarak maddi gerçeğe ulaşmaya çalışacaktır. O halde ceza mahkemesinin maddi nedensellik (illiyet) bağını tespit eden kesinleşmiş hükmünün hukuk hakimini bağlamasına, Türk Borçlar Kanunu’nun 74 üncü maddesi bir engel oluşturmaz (Çenberci, M.: Hukuk Davalarında Kesin Hüküm, Ankara 1965, s.22 vd.; ayrıca HGK., 16.09.1981 gün 1979/1-131 E., 1981/587 K.; 27.04.2011 gün ve 2011/17-50 E, 2011/231 K; 03.04.2013 gün ve 2012/19-873 E, 2013/433 K sayılı kararları).
Yargıtay’ın yerleşik uygulamasına ve öğretideki genel kabule göre maddi olgunun tespitine ilişkin ceza mahkemesi kararı hukuk hakimini bağlar. Ceza mahkemesinde bir maddi olayın varlığı ya da yokluğu konusundaki kesinleşmiş kabule rağmen, aynı konunun hukuk mahkemesinde yeniden tartışılması olanaklı değildir.
Tüm bu açıklamalar ışığında somut durum değerlendirildiğinde;
Üsküdar 2. (şimdi İstanbul Anadolu 6.) Ağır Ceza Mahkemesinin (bozmadan önce) 2006/272 E. numarasına kayıtlı dosyasında “zimmet ve görevi kötüye kullanma” isnadıyla açılan dava sonunda verilen karar, Yargıtay 5. Ceza Dairesinin 04.12.2012 gün ve 2010/9570 E., 2012/12454 K. sayılı kararla, içlerinde davalı kooperatif yöneticileri ile davacı şirket yetkililerinin de bulunduğu bir kısım sanıklar için araştırmaya yönelik olarak bozulmuştur. Bu haliyle anılan davanın halen derdest olduğu anlaşılmaktadır. Bozma sonrası yapılacak yargılamada verilen kararın eldeki alacak davasını etkileyeceği tartışmasızdır. Bu durumda Ağır Ceza Mahkemesinde yargılaması sürdürülen davanın sonucunun beklenmesi, ceza davasında verilecek karar kesinleştikten sonra, ceza davasında sübuta eren maddi olgular ve toplanan tüm deliller de değerlendirilmek suretiyle gerçeğin ortaya çıkması için görevlendirilecek konusunda uzman 3 kişilik bilirkişi heyetiyle mahallinde keşif yapılması, denetime elverişli ve gerekçeli rapor alınması ve bu suretle asıl ve ek raporlar ve ek raporların kendi aralarındaki çelişkilerin giderilmesi sağlanarak (HMK.m.281) oluşacak sonuç çerçevesinde yüklenicinin hak ettiği iş bedelinin tutarının saptanması gerekir.
Son olarak; birleşen davanın açılmamış sayılmasına (HMK.m.150) karar verilmesine rağmen “…davalı vekili için takdir olunan 1.500,-TL. vekalet ücretinin davalıdan alınıp davacıya verilmesine,” şeklinde kurulan hüküm de Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 326/1 inci maddesine aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir.
Yukarıda yapılan açıklamalara göre Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ: Davalı-karşı davacı kooperatif vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen ilave nedenlerden dolayı 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429 uncu maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine karar düzeltme yolu açık olmak üzere 14.06.2017 gününde oybirliği ile karar verildi.
Buraya tıklayarak diğer makale, örnek karar ve dilekçelerimize ulaşabilirsiniz
SÖZLEŞME TÜRLERİ Hukukumuzda sözleşme serbestisi ilkesi olduğu için tarafların kanunda tamamlanmamış bambaşka sözleşmeler yapma veya…
KAT MÜLKİYETİ DAVALARI 634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanunu (KMK), Genel Hükümler, Kat Mülkiyetinin ve Kat…
Nişanlanma, evliliğin kurulmasından önceki aşamayı oluşturur. Herhangi bir şekli şart gerekli değildir. Tarafların herhangi bir…
Yargılamanın lehe yenilenmesi sebeplerinden birisi; yemin verilerek dinlenmiş olan bir tanık veya bilirkişinin hükmü etkileyecek…
Frågor att ta hänsyn till vid ansökan om uppehållstillstånd i Turkiet Inledning Under de senaste…
Eserin ayıplı olması, eserin sözleşmeye göre sahip olması gereken niteliklere sahip olmaması halidir. Bu da,…