Hukuk Genel Kurulu 2017/2535 E. , 2018/778 K.
“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
Taraflar arasındaki “ipoteğin kaldırılması” davasından dolayı yapılan yargılama sonundaAnkara 19. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın usulden reddine dair verilen 22.11.2013 gün ve 2013/518 E., 2013/562 K. sayılı kararın temyizen incelenmesi davacılar vekili tarafından istenilmekle Yargıtay 14. Hukuk Dairesinin 01.04.2014 gün ve 2014/564 E., 2014/4309 K. sayılı kararı ile:
“…Davacılar, 10.11.1958 tarihinde davacı …’nın malik olduğu 156 parsel sayılı taşınmazda; yine aynı tarihte davacı …’ın malik olduğu 162 parsel sayılı taşınmazda davalılar yararına ipotek tesis edildiğini, davalılara ulaşamadığından ipotek bedelini ödeyemediğini, ipotek bedelini depo etmeye hazır olduğunu ileri sürerek, ipoteklerin fekkini istemişlerdir.
Mahkemece, ölü kişiler aleyhine dava açılamayacağı gerekçesiyle davanın tensiben reddine karar verilmiştir.
Hükmü, davacılar vekili temyiz etmiştir.
Dava, ipoteğin kaldırılması istemine ilişkindir.
Dava ehliyeti davada taraf olma ehliyetidir. 6100 sayılı HMK’nın 50. maddesinde medeni haklardan yararlanma ehliyetine sahip olanların, davada taraf ehliyetine de sahip olacağı hüküm altına alınmıştır. Yasa hükmünde belirtildiği üzere taraf ehliyeti, medeni hukuktaki hak ehliyetinin usul hukukunda büründüğü şekildir. Maddede gerçek ve tüzel kişi ayırımı yapılmaksızın, medeni haklardan yararlanma ehliyetine sahip olanların davada taraf ehliyetine de sahip olacağı belirtilmiştir.
6100 sayılı HMK’nın “Tarafta iradî değişiklik” başlıklı 124. maddesi gereğince; Bir davada taraf değişikliği, ancak karşı tarafın açık rızası ile mümkündür. Ancak, maddi bir hatadan kaynaklanan veya dürüstlük kuralına aykırı olmayan taraf değişikliği talebi, karşı tarafın rızası aranmaksızın hâkim tarafından kabul edilir. Dava dilekçesinde tarafın yanlış veya eksik gösterilmesi kabul edilebilir bir yanılgıya dayanıyorsa, hâkim karşı tarafın rızasını aramaksızın taraf değişikliği talebini kabul edebilir.
TMK’nın 28. maddesinde ise; gerçek kişinin ölümüyle medeni haklardan yararlanma ehliyeti ve buna bağlı olarak da taraf ehliyetinin sona ereceği belirtilmiştir. Dava tarihinden önce ölüm nedeniyle şahsiyeti son bulan kişi taraf ehliyetini yitireceğinden aleyhine dava açılamaz ise de; yukarıda belirtildiği üzere maddi hatadan dolayı muhatabın yanlış gösterilmesi, davacının tüm özeni göstermesine rağmen dava açacağı kişiyi doğru tespit edememesi, kısa süre önce kendisiyle işlem yapılmış ya da sadece vekiliyle muhatap olunmuş bir işlemden sonra muhatabın ölmesi durumlarında yanlış taraf gösterilmesi dürüstlük kuralına aykırı değilse ortaya çıkan dava ilişkisi sebebiyle daha üstün bir yarar dikkate alınarak yargılamaya gerçek tarafla devam edilmelidir.
Bu durumda mahkemece, ölen kişinin veraset belgesi ile belirlenen tüm mirasçılarına dava dilekçesi tebliğ edilerek taraf teşkili sağlanmak suretiyle davanın esasına girilmesi gerekir.
Somut uyuşmazlıkta; dava konusu 156 ve 162 parsel sayılı taşınmazlarda 10.11.1958 tarihinde …, Raşit Reçber, …Ünal, …, …, Osman karısı Kamile, Osman oğlu Ali, Osman kızı Nuriye, Ahmet karısı Halime, Ahmet oğlu İbrahim, Ahmet kızı Saadet, Ahmet kızı Esma, Ahmet kızı Fatma ve Ahmet kızı Sevim yararına ipotek tesis edilmiştir. Davacılar anılan bu ipoteğin kaldırılması için açılan davada tarafların sağ olanların MERNİS adreslerinin, ölü olanların ise mirasçılarının tespit edilmesi gerektiğini belirtmiştir. İpoteğin tesis tarihi dikkate alındığında davacıların ipotek alacaklılarının adreslerini, sağ olup olmadıklarını ölü ise mirasçılarının kimler olduğunu bilmelerinin gerektiğinin kabulü hayatın olağan akışına aykırıdır. Bu nedenle, davacının ölü kişiler aleyhine dava açmasında HMK’nın 124/2. maddesinde açıklanan dürüstlük kuralına aykırılık bulunmamaktadır. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 11.09.2013 günlü ve 2013/14-612 Esas 2013/1297 Karar sayılı kararı da bu doğrultudadır.
Dolayısıyla, dava konusu taşınmazlarda yararına ipotek tesis edilen taraflardan ölü olanların mirasçılarının tespitiyle davaya dâhil edilerek, sağ olanların ise MERNİS adresleri belirlenerek usulünce dava dilekçesinin tebliği ile taraf teşkili sağlanarak işin esası hakkında bir karar verilmesi gerekir.
Mahkemece, yukarıda açıklanan hususlar bir yana bırakılarak yazılı gerekçeyle davanın reddine karar verilmesi doğru görülmemiş, bu sebeple hükmün bozulması gerekmiştir…”
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava ipoteğin kaldırılması istemine ilişkindir.
Mahkemece ölü kişi aleyhine dava açılamayacağı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Davacılar vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda yazılı gerekçeyle bozulmuştur.
Mahkemece davacılar vekilinin Avukatlık Kanununun 2’nci maddesi uyarınca Tapu Sicil Müdürlüklerinden ve Nüfus Müdürlüklerinden ilgili kişilere ait bilgileri temin edebileceği hâlde bunu yapmadığı, Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) ilgili hükümleri gereği davalıların nüfus kayıtları ve diğer belgelerinin dava dilekçesine eklenmesi gerektiği, bu belgeleri tamamlama görevinin hâkime yüklenmesinin 1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun 2’nci maddesine ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde öngörülen “adil ve hızlı yargılama” ilkesine uygun şekilde düzenlenen HMK’nın ilgili maddelerindeki düzenlemeye uygun olmadığı gibi ölü kişi aleyhine dava açılamayacağı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararını davacılar vekili temyiz etmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık: vekil ile takip edilen eldeki davada vefat eden ipotek lehtarının mirasçılarının kim oldukları ve bu kişilerin adresinin tespitine ilişkin belgelerin dava açılmadan önce temin edilerek husumetin bu kişilere yöneltilmesinin gerekip gerekmediği; davalıların ölü olduğunun davacı tarafından bilinmemesinin maddi hatadan kaynaklanan ve dürüstlük kuralına aykırı bir durum olup olmadığı ve burada varılacak sonuca göre ölü kişi aleyhine dava açılması hâlinde HMK’nın 124’üncü maddesi uyarınca ölenin mirasçılarının dâhil edilmesi suretiyle davaya devam edilip edilemeyeceği noktalarında toplanmaktadır.
Bilindiği üzere, bir davada taraf ehliyeti medenî haklardan yararlanma ehliyetine sahip olmakla mümkündür (HMK m.50). Medeni haklardan yararlanma, yani hak ehliyeti tam ve sağ doğum koşuluyla ana rahmine düşme anında başlayıp, kişinin ölümüne kadar devam eder (TMK m.28). Bu nedenle HMK’da taraflardan birinin ölümü hâlinde, mirasçılar mirası kabul veya reddetmemişse bu hususta kanunla belirlenen süreler geçinceye kadar davanın erteleneceği; bununla beraber hâkimin, gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde, talep üzerine davayı takip için kayyım atanmasına karar verebileceği öngörülmüştür (HMK m.55; HUMK m.41). Ne var ki, Kanun’da ölü kişiye karşı dava açılması hâlinde nasıl davranılacağı gösterilmemiştir.
Kural olarak ölü kişi adına ve ölü kişiye karşı dava açılması olanağı bulunmamaktadır. Aynı şekilde kural olarak ölü kişi aleyhine dava açılması durumunda davanın mirasçılara yöneltilmesine de olanak yoktur. Zira yukarıdaki açıklamalardan da anlaşılacağı üzere, ölü kişinin taraf ehliyeti bulunmamaktadır. Esasen dava açarken davacıdan davalının bu ehliyet durumunu araştırması beklenir. Ne var ki davacının, davalının ölü olduğunu bilmemesi kimi zaman hataya dayalı olabilir. Nitekim HMK’nın 124’üncü maddesinde; “ Bir davada taraf değişikliği, ancak karşı tarafın açık rızası ile mümkündür. Bu konuda kanunlarda yer alan özel hükümler saklıdır. Ancak, maddi bir hatadan kaynaklanan veya dürüstlük kuralına aykırı olmayan taraf değişikliği talebi, karşı tarafın rızası aranmaksızın hâkim tarafından kabul edilir. Dava dilekçesinde tarafın yanlış veya eksik gösterilmesi kabul edilebilir bir yanılgıya dayanıyorsa, hâkim karşı tarafın rızasını aramaksızın taraf değişikliği talebini kabul edebilir. Bu durumda hâkim, davanın tarafı olmaktan çıkarılan ve aleyhine dava açılmasına sebebiyet vermeyen kişi lehine yargılama giderlerine hükmeder” şeklinde düzenleme yer almaktadır. Bu maddenin gerekçesinde de vurgulandığı üzere, taraf değişikliğini mutlak olarak davalının rızasına bağlamak, yargılama ilişkisini katı bir forma bağlayacaktır ki, bu da yargılamaya hakim olan ilkelerden “usul ekonomisi ilkesi” (HMK m.30) ile bağdaşmaz.
Şu hâlde davacı kendisinden beklenen tüm çaba, özen ve önlemlere rağmen davalının sağ olup olmadığını tespit edememiş ya da tespit edememe durumu bir yanılgıya dayanıyor ve bu durum açıkça dürüstlük kuralına aykırılık arz etmiyorsa, bu dava ilişkisinde, daha sonra da kendilerine karşı dava açılması muhtemel olan mirasçılara, yani gerçek taraflara karşı davaya devam edilmesi mümkün olmalıdır.
Bütün bu açıklamalar kapsamında somut olay ele alındığında; davacılar vekili müvekkillerinin maliki olduğu 156 ve 162 parsel sayılı taşınmazlar üzerinde 10.11.1958 tarihinde ipotek tesis edildiğini, müvekkillerinin ipotek bedelini ödemek istemesine rağmen aradan geçen uzun süre nedeniyle ipotek alacaklılarına ve mirasçılarına ulaşamadıklarını belirterek, mahkemece belirlenecek ipotek bedeli depo etmek suretiyle dava konusu taşınmazlar üzerindeki ipoteğin kaldırılmasına karar verilmesini talep ve dava etmiştir. İpoteğin 1958 yılında tesis edildiği dikkate alındığında, davacıların ipotek alacaklıların adreslerini, sağ olup olmadıklarını, ölü iseler mirasçılarının kimler olduğunu bilmeleri gerektiğinin kabulü, genel hayat tecrübelerine aykırılık oluşturacaktır. Bu nedenle ölü kişiler aleyhine dava açılmasının HMK’nın 124’üncü maddesinin ikinci fıkrasında açıklanan dürüstlük kuralına aykırılık oluşturmayacağı, ölü kişiye karşı dava açılması durumunun yanılgıya dayalı olduğunun ve dürüstlük kuralına aykırı olmadığının kabulü gerekir.
Açıklanan nedenlerle mahkemece davacıya, HMK’nın 124’üncü maddesi gereğince davayı mirasçılara yöneltme imkânı tanınmadan ve yöneltmek istediği takdirde de mirasçılarının tespiti ile bunlara tebligat çıkartma fırsatı verilmeden hatalı değerlendirme sonucu yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiştir.
Hâl böyle olunca Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırı görülmüş, direnme kararının bozulması gerekmiştir.
S O N U Ç: Davacılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma ilamında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429’uncu maddesi gereğince BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, 1086 sayılı HUMK’nın 440’ncı maddesinin birinci fıkrası uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 11.04.2018 gününde oy birliğiyle karar verildi.
Buraya tıklayarak diğer makale, örnek karar ve dilekçelerimize ulaşabilirsiniz
SÖZLEŞME TÜRLERİ Hukukumuzda sözleşme serbestisi ilkesi olduğu için tarafların kanunda tamamlanmamış bambaşka sözleşmeler yapma veya…
KAT MÜLKİYETİ DAVALARI 634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanunu (KMK), Genel Hükümler, Kat Mülkiyetinin ve Kat…
Nişanlanma, evliliğin kurulmasından önceki aşamayı oluşturur. Herhangi bir şekli şart gerekli değildir. Tarafların herhangi bir…
Yargılamanın lehe yenilenmesi sebeplerinden birisi; yemin verilerek dinlenmiş olan bir tanık veya bilirkişinin hükmü etkileyecek…
Frågor att ta hänsyn till vid ansökan om uppehållstillstånd i Turkiet Inledning Under de senaste…
Eserin ayıplı olması, eserin sözleşmeye göre sahip olması gereken niteliklere sahip olmaması halidir. Bu da,…