Yargı Kararları

Yüksek Yargı Üyelerinin Görevine Son Verilmesinin Medeni Hak ve Yükümlülük Kapsamında Kaldığı Tespitini İçeren Kabul Edilemezlik Kararı

Olaylar  

15 Temmuz darbe teşebbüsünün ardından Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulunun kararıyla başvurucunun da aralarında bulunduğu 133 Yargıtay üyesinin fiillerinin soruşturulması için Yüksek Disiplin Kurulu oluşturulmasına karar verilmiştir. Yüksek Disiplin Kurulunun kararıyla soruşturma yapmak üzere muhakkik görevlendirilmiştir. Muhakkik tarafından hazırlanan soruşturma raporunda; başvurucunun da aralarında olduğu eski Yargıtay üyelerinin FETÖ/PDY’nin yargı yapılanmasında yer aldıklarının, örgütün hiyerarşik yapılanmasında bilerek ve isteyerek bulunmak suretiyle terör örgütü üyesi olduklarının anlaşıldığı belirtilmiş, görevden çekilmeye davet yaptırımının uygulanması önerilmiştir.

Yüksek Disiplin Kurulu 21/6/2018 tarihinde 2797 sayılı Yargıtay Kanunu’nun 43. maddesi uyarınca başvurucu hakkında görevden çekilmeye davet tedbirinin uygulanmasına karar vermiştir. Başvurucu, bu karara karşı Yargıtay Başkanlar Kuruluna başvurmuş ve itirazı reddedilmiştir. Başvurucu 21/10/2019 tarihinde doğrudan Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.

İddialar

Başvurucu; diğer iddialarının yanında Yargıtay Başkanlar Kurulu kararına karşı yargı yolunun açık olmaması sebebiyle mahkemeye erişim hakkının, soruşturmaya dayanak bilgi ve belgelerin tebliğ edilmemesi nedeniyle silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin Yargıtay Başkanı’nın konuşmasında ve disiplin cezası kararında masumiyeti ihlal eden ifadelere yer verilmesi nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

Mahkemenin Değerlendirmesi

A. Adil Yargılanma Hakkının Uygulanabilirliği Sorunu

Başvurucu, hakkında yapılan disiplin soruşturması sonucu uygulanan görevden çekilmeye davet yaptırımının bir ceza olduğunu öne sürmüştür. Bu nedenle ilk önce somut olaydaki yaptırımın suç isnadı kapsamında kalıp kalmadığı değerlendirilmelidir.

Somut olayda başvurucuya verilen disiplin cezası, başvurucunun Yargıtay üyesi olduğu dönemdeki fiili nedeniyle başlatılan disiplin soruşturması sonucunda uygulanmıştır. Başvurucuya isnat edilen haysiyet ve itibarını kıran veya görev icaplarına uymayan davranışlarda bulunma fiili ceza kanunlarında suç olarak düzenlenmemiştir. Söz konusu fiil ve bu fiil karşılığında başvurucuya uygulanan görevden çekilmeye davet yaptırımı 2797 sayılı Kanun’un 19. maddesinde bir disiplin suçu ve cezası olarak düzenlenmiştir. Anılan yaptırım toplumun geneline değil sadece Yargıtay üyelerine uygulanmaktadır. Yaptırımın temel amacı meslek disiplinini sağlamaktır. Haksızlık olarak düzenlenen fiil ancak Yargıtay üyeleri tarafından işlenebilmekte, kanunda öngörülen yaptırıma ancak Yargıtay üyeleri maruz kalabilmektedir. Diğer taraftan başvurucuya uygulanan yaptırım hürriyeti bağlayıcı ceza öngörmemektedir. Ayrıca görevden çekilmeye davet cezasının kişinin kamu göreviyle ilişiğinin kesilmesi sonucunu doğurması sebebiyle nispeten ağır olduğu söylenebilse de başvurucunun özel sektörde çalışmasının önünde bir engelin bulunmadığı gözetildiğinde görevden çekilmeye davet cezasının suç isnadı boyutuna ulaşmadığı değerlendirilmiştir. Dolayısıyla somut olaydaki yaptırımın suç isnadı mahiyetinde olmadığı kabul edilmiştir.

Suç isnadı mahiyetinde olmadığı tespit edilen yaptırımın medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili olup olmadığının da incelenmesi gerekir.

Danıştay ve Yargıtay üyelerinin altmış beş yaşına kadar hâkim olarak görev yapacakları anayasal güvence altında olmakla birlikte bir kez Danıştay ve Yargıtay üyesi olarak atanan bir hâkimin altmış beş yaşına kadar üyelik görevini yürütme biçiminde bir hak Anayasa’da teminat altına alınmamıştır. Bununla birlikte hâkimlik teminatına ilişkin anayasal hükümlerin Yargıtay ve Danıştay üyelerine, görevlerine keyfî olarak son verilmesine karşı koruma sağladığı noktasında şüphe bulunmamaktadır. Dolayısıyla Yargıtay ve Danıştay üyelerinin görevlerine keyfî olarak son verilememesi biçiminde bir hakkın anayasal temelinin bulunmadığını söylemek güçtür. Yargı bağımsızlığı ve hukukun üstünlüğüne dayanan bir devlette yüksek yargı mensuplarının görevlerine son verilmesine karşı koruma altında bulunmadıklarının düşünülmesi mümkün değildir.

Bundan sonraki aşamada bu hakkın dava konusu edilebilir olup olmadığı incelenmelidir. 2797 sayılı Kanun’un 43. maddesinin on birinci fıkrasına göre kararın tebliği tarihinden itibaren on beş gün içinde bir idari organ olan Yüksek Disiplin Kurulu kararlarına karşı Başkanlar Kuruluna itiraz edilebilir. Aynı Kanun’un 17. maddesinin son fıkrasında Başkanlar Kurulunun itiraz üzerine verdiği bütün kararlar kesin olup bu kararlar aleyhine başka bir yargı merciine başvurulamayacağı hükme bağlanmaktadır. Dolayısıyla Başkanlar Kurulunun Yüksek Disiplin Kurulu kararına itirazen verdiği kararlara karşı herhangi bir yargı yoluna başvurulamamaktadır.

Bununla birlikte Başkanlar Kurulunun yaptığı denetimin ve verdiği kararın yargısal nitelikte olup olmadığı da önem taşımaktadır. Anayasa Mahkemesi 21/1/2010 tarihli ve E.2008/74, K.2010/15 sayılı kararı ile 10/12/2020 tarihli ve E.2016/144, K.2020/75 sayılı kararında Yargıtay Başkanlar Kurulu ile Danıştay Başkanlar Kurulunun kararlarının yargısal mahiyette olduğu tespit etmiştir. Şu hâlde Yargıtay Başkanlar Kurulunun Yargıtay üyeleri hakkında tesis edilen disiplin işlemlerine karşı itirazen inceleme yaparken bir yargı mercii olarak hareket ettiğinin ve verdiği kararların da yargısal nitelikte olduğunun kabulü gerekir.

Başkanlar Kurulunun disiplin cezasına itirazen verdiği kararlar yargı kararı niteliğinde olduğundan disiplin cezasına karşı yargı yolunun kapalı olması söz konusu değildir. Bu durumda başvurucuya uygulanan disiplin cezasının medeni haklarıyla ilgili olduğunun kabulü gerekir. Başvurucunun Başkanlar Kuruluna yaptığı itirazın, medeni hakkını ilgilendiren disiplin cezasına ilişkin uyuşmazlığın esası hakkında belirleyici olduğu da açıktır. Sonuç olarak başvurucu hakkında uygulanan görevden çekilmeye davet cezasına ilişkin uyuşmazlığın -medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili bir uyuşmazlık olarak- Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının kapsamında kaldığı değerlendirilmiştir.

B. Mahkemeye Erişim Hakkı Yönünden

Somut olayda Yüksek Disiplin Kurulu tarafından başvurucuya uygulanan görevden çekilmeye davet disiplin cezasına karşı Başkanlar Kuruluna itiraz yolu açıktır. Başkanlar Kurulu, Yüksek Disiplin Kurulu kararına itirazı incelerken yargısal bir fonksiyon icra etmekte ve Başkanlar Kurulunun verdiği karar yargısal nitelik taşımaktadır. Dolayısıyla başvurucuya uygulanan disiplin cezasının hukukiliğinin yargısal bir merci tarafından denetlenmesi sağlanmıştır.

Öte yandan adil yargılanma hakkı yargısal kararlara karşı kanun yoluna veya başka bir mahkemeye başvurulmasını garanti altına almamaktadır. Kanun koyucunun Başkanlar Kurulu kararına karşı başka bir yargı yerine başvuru imkânı getirmesi takdir yetkisi kapsamında olsa da bunun mahkemeye erişim hakkının gerektirdiği anayasal bir zorunluluk olduğu ifade edilemez. Bu sebeple Başkanlar Kurulu kararının kesin olması mahkemeye erişim hakkına müdahale teşkil etmemektedir.

Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilemez olduğuna karar vermiştir.

C. Silahların Eşitliği ve Çelişmeli Yargılama İlkeleri Yönünden

Somut olayda başvurucunun hakkında yürütülen disiplin soruşturması sonucu uygulanan disiplin cezasının dayanağı olan belgeler soruşturma sürecinde veya itiraz aşamasında başvurucuya tebliğ edilmemiştir. Disiplin soruşturması sürecinde soruşturma makamlarının dayandığı bilgi ve belgelerin soruşturulan kişiye verilmesi savunma hakkının etkili bir biçimde kullanılabilmesi için oldukça önem taşımaktadır. Bu nedenle disiplin cezasının dayanağı olan belgelerin başvurucuya tebliğ edilmemesinin başvurucunun savunma hakkını kısıtladığı açıktır. Ayrıca Yüksek Disiplin Kurulu ve Başkanlar Kurulu kararlarında bu belgelerin başvurucuya neden tebliğ edilmediğiyle ilgili olarak bir gerekçeye rastlanmamıştır.

Bununla birlikte savunma için önem taşıyan bilgi ve belgelerin başvurucuya tebliğ edilmemesi tek başına silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin ihlal edildiği anlamına gelmez. Bilindiği gibi adil yargılanma hakkı yargılamanın sonucunun adil olmasını garanti etmemekte, yargılama sürecinin hakkaniyete uygun bir biçimde yürütülmesini güvence altına almaktadır. Adil yargılanma hakkının ihlal edilip edilmediği değerlendirilirken yargılamadaki bir eksikliğin yargılama süreci içinde telafi edilip edilmediği ve bunun bir bütün olarak yargılamanın hakkaniyetini etkileyip etkilemediği değerlendirilir.

Yüksek Disiplin Kurulunun kararına bakıldığında başvurucunun Yargıtay üyeliğinin onur ve vakarına aykırı davrandığı fiilinin sübuta erdiği sonucuna ulaşılırken büyük ölçüde Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen iddianamedeki delillere, özellikle eski HSK üyeleri A.H., İ.O., K.T., M.K.Ö. ve B.E. ile eski Yargıtay üyesi İ.D.nin soruşturma makamlarına verdiği ifadelere dayanıldığı görülmüştür.

Söz konusu kişilere ait ifade tutanakları soruşturma sürecinde başvurucuya tebliğ edilmemiş ise de Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının iddianamesinde bu ifadelerin ilgili bölümlerine açıkça yer verilmiştir. İddianamenin 9/11/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edildiği tartışmasızdır. Bu suretle başvurucu, disiplin cezasının dayanağı olan belgelerden haberdar olmuştur. Ayrıca başvurucu; Başkanlar Kuruluna sunduğu itiraz dilekçesinde, tanıkların ifadelerine karşı beyanlarını ifade etme imkânı bulmuştur. Soruşturmanın dayanağı olan tanık beyanlarına yer verildiği iddianamenin başvurucuya tebliğ edilmiş olmasının ve başvurucunun bunlara karşı iddia ve itirazlarını Başkanlar Kurulunda ileri sürme olanağına kavuşmasının savunma hakkında meydana gelen kısıtlamayı telafi edici bir imkân olduğu değerlendirilmiştir. Bu durumda soruşturmanın dayanağı belgelerin soruşturma sürecinde başvurucuya tebliğ edilmemesinin bir bütün olarak yargılamanın hakkaniyetini zedelemediği sonucuna ulaşılmıştır.

Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilemez olduğuna karar vermiştir.

D. Masumiyet Karinesine İlişkin İddia Yönünden

Başvurucunun terör örgütü üyeliğinden mahkûmiyet hükmü 17/3/2021 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucunun bu tarihe kadar masum olduğu ve masumiyet karinesinin tüm güvencelerinden yararlanacağı anlaşılmıştır.

Öte yandan masumiyet karinesi ceza yargılamasına konu olayla ilgili olarak disiplin soruşturması açılmasını engellemez. Disiplin makamları, ceza soruşturmasına konu olayla ilgili olarak disiplin hukukunun sınırları içinde kalmak suretiyle kendi değerlendirmelerini yapabilir. Ne var ki disiplin makamlarının kullandığı dile dikkat etmesi, kişinin suçluluğuyla ilgili değerlendirme yapmaktan ve suçlu olduğunu kabul eden ya da ima eden ifadeler kullanmaktan kaçınması gerekir.

Somut olayda başvurucu hakkında uygulanan disiplin cezasına ilişkin 21/6/2018 tarihli kararın soruşturma raporunun özetlendiği bölümünde “…bütün evraklar dikkate alındığında FETÖ/PDY isimli silahlı terör örgütünün yargı içerisindeki yapılanması içerisinde yer aldıkları, örgütün hiyerarşik yapılanmasında bilerek ve isteyerek yer almak suretiyle FETÖ/PDY isimli silahlı terör örgütünün üyesi oldukları anlaşıldığından…” ifadelerine yer verilmiştir. Bu durumda disiplin makamlarının başvurucunun terör örgütü üyeliği suçunu işlediğini ifade ettikleri görülmüştür. Oysa başvurucunun terör örgütü üyeliğinden mahkûmiyetine ilişkin ceza mahkemesi kararı 17/3/2021 tarihinde kesinleşmiştir.

Bir kimsenin ceza kanunlarında tanımlanan bir suçu işleyip işlemediğine ancak ceza yargılamasına ilişkin usuller uygulanarak toplanan delilleri değerlendirdikten sonra ceza mahkemesi karar verebilir. Diğer kamu makamları ceza mahkemesi kararından önce kimseye suçlu gibi muamele edemez, bu kişinin suçlu olduğu imasında bulunamaz. Aksi takdirde ceza yargılaması devem eden kişiyle ilgili olarak mahkûmiyet kararı verilmesinden önce bu kişinin suçlu olduğu kanaati toplumda oluşabilir. Bu durum sanığın ceza yargılamasında savunma yapmasını da anlamsız hâle getirebilir. Ayrıca diğer kamu otoritelerinin ceza mahkemesinden önce kişinin suçlu olduğuna dair beyan ve açıklamalarda bulunmaları ceza yargılamasını yapan mahkeme yönünden de ön yargı oluşmasına yol açabilir.

Ne var ki somut olayda başvurucunun terör örgütü üyesi olduğunu belirten ifadeler disiplin kararında yer almış ise de sözü edilen ifadeler Yüksek Disiplin Kurulunun kendi değerlendirmeleri değildir. Anılan ifadeler, muhakkik tarafından hazırlanan soruşturma raporunun özetlendiği bölümde kullanılmıştır. Masumiyet karinesini zedeleyen ifadelerin soruşturma raporunda yer alması dahi sorunlu olsa da soruşturma raporunun bir öneriden ibaret olduğu, kesin ve icrai niteliğinin bulunmadığı dikkate alınmalıdır. Soruşturma raporundaki masumiyeti zedeleyen ifadeler Yüksek Disiplin Kurulu tarafından telafi edilebilir niteliktedir. Nitekim Yüksek Disiplin Kurulunun kendi değerlendirmesinde benzer ifadelere yer verilmemiş, başvurucunun terör örgütüyle bağlantısının bulunup bulunmadığı üzerinde odaklanılmıştır. Başvurucunun terör örgütüyle bağlantısının bulunduğunun ifade edilmesi ise disiplin hukukunun sınırları içinde kalan bir değerlendirmedir. Dolayısıyla bir bütün olarak bakıldığında Yüksek Disiplin Kurulu kararında kullanılan ifadelerin masumiyet karinesini zedelemediği değerlendirilmiştir.

Öte yandan Yargıtay Başkanı’nın yaptığı konuşmanın ilgili bölümüne bir bütün olarak bakıldığında FETÖ/PDY’nin yargıdaki yapılanması sebebiyle kamuoyunun adalete olan güveninde meydana gelen erozyondan söz edilmiş, bu kişilerin görevden uzaklaştırılmasının ve akabinde adil bir yargılama sonucu cezalandırılmasının önemine işaret edilmiştir. Konuşmanın içeriğinde bu kişiler hakkındaki yargılamaların insan haklarından taviz verilmeden ve ön yargısız bir biçimde yapılması gerektiği de özellikle vurgulanmıştır. Konuşmada, görevden uzaklaştırılan yargı mensuplarının kesin olarak suçlu oldukları ifade edilmemiş; bunlarla ilgili yargılama süreçlerinin devam ettiğinden söz edilmiştir. Bu hâliyle Yargıtay Başkanı’nın konuşmasının başvurucunun masumiyetini zedelediği söylenemez.

Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle masumiyet karinesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilemez olduğuna karar vermiştir.

 

 

Buraya tıklayarak diğer makale örneklerimize ve dilekçe örneklerimize ulaşabilirsiniz.

Barış kaya

Recent Posts

SÖZLEŞME TÜRLERİ

SÖZLEŞME TÜRLERİ Hukukumuzda sözleşme serbestisi ilkesi olduğu için tarafların kanunda tamamlanmamış bambaşka sözleşmeler yapma veya…

4 ay ago

Birden Fazla Ada ve Parsel Üzerinde Kurulu Bulunan Sitenin Ortak Gider Alacağının Tahsiline İlişkin Davalar

KAT MÜLKİYETİ DAVALARI 634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanunu (KMK), Genel Hükümler, Kat Mülkiyetinin ve Kat…

4 ay ago

Nişanlanma

Nişanlanma, evliliğin kurulmasından önceki aşamayı oluşturur. Herhangi bir şekli şart gerekli değildir. Tarafların herhangi bir…

4 ay ago

Yalan Tanıklık Veya Gerçek Dışı Bilirkişilik Yapılması

Yargılamanın lehe yenilenmesi sebeplerinden birisi; yemin verilerek dinlenmiş olan bir tanık veya bilirkişinin hükmü etkileyecek…

4 ay ago

Ansökan Om Uppehållstillstånd i Turkiet

Frågor att ta hänsyn till vid ansökan om uppehållstillstånd i Turkiet Inledning Under de senaste…

6 ay ago

Teslim Edilen Eserin Ayıplı Olması

Eserin ayıplı olması, eserin sözleşmeye göre sahip olması gereken niteliklere sahip olmaması halidir. Bu da,…

7 ay ago