Yargı Kararları

YERİNDE VE YETERLİ OLMAYAN GEREKÇE İLE YAĞMA VE SUÇ ÖRGÜTÜ ÜYELİĞİ SUÇLARINDAN MAHKUMİYETİNE KARAR VERİLMESİNİN İSABETSİZLİĞİ

T.C. YARGITAY

6.Ceza Dairesi
Esas: 2016/3945
Karar: 2016/5659
Karar Tarihi: 29.06.2016

YAĞMA SUÇU – YERİNDE VE YETERLİ OLMAYAN GEREKÇE İLE YAĞMA VE SUÇ ÖRGÜTÜ ÜYELİĞİ SUÇLARINDAN MAHKUMİYETİNE KARAR VERİLMESİNİN İSABETSİZLİĞİ – HÜKMÜN BOZULDUĞU

ÖZET: Sanık …’in, katılana yönelik yağma eylemine doğrudan veya dolaylı surette katıldığına ilişkin kanıtlar denetime olanak verecek şekilde karar yerinde tartışılıp gösterilmeden, yerinde ve yeterli olmayan gerekçe ile aksi şekilde yağma ve suç örgütü üyeliği suçlarından mahkumiyetine karar verilmesi Bozmayı gerektirmiştir.

(5237 S. K. m. 39, 168)

Dava ve Karar: Yerel Mahkemece verilen hüküm sanık … ve savunmanı tarafından duruşmalı olarak da temyiz edilmekle; sanık ve savunmanının duruşma gününden usulen haberdar edildikleri halde duruşmaya gelmedikleri ve bir mazeret de bildirmedikleri anlaşılmakla, adı geçen sanık yönünden duruşmasız olarak yapılan inceleme sonunda başvurunun nitelik, ceza türü, süresi ve suç tarihine göre dosya görüşüldü.

Üye …’un 6526 sayılı Kanunla Terörle Mücadele Kanununa eklenen 14/4.maddesinin son cümlesinin, Türkiye Cumhuriyet Anayasası ve milletlerarası antlaşmalara aykırı olduğu ve bu nedenle iptali için Anayasa Mahkemesine başvurulması; Üye …’un, anılan maddenin ülkemizin kabul ettiği milletlerarası antlaşmalar ile çeliştiği için verilen hükmün incelenmesinin eşitlik ilkesi ve adil yargılama hakkı gereğince bütünüyle bozulması görüşleri oyçokluğu ile reddedilerek yapılan incelemede;

I- Sanık … hakkında suç işlemek amacıyla örgüt kurma, sanıklar …, …, …, … ve … hakkında örgüt üyeliği, sanık … hakkında suç örgütüne yardım suçlarından kurulan mahkumiyet hükümleri ile Cumhuriyet Savcısının sanıklardan … hakkında suç örgütüne yardım ve 6136 sayılı Yasanın 12/1.maddesine aykırılık, sanıklardan … hakkında 6136 sayılı Yasanın 12/1.maddesine aykırılık; sanık … hakkında 6136 sayılı Yasanın 12/1.maddesine aykırılık, görevi kötüye kullanma, yargı görevini yapanı etkilemeye teşebbüs, kamu görevlisinin suçu bildirmemesi, suç delillerini gizleme, yok etme, yetkili olmadığı iş için yarar sağlama ve fuhuşa aracılık etme suçlarından kurulan beraat hükümlerine yönelen temyiz taleplerinin incelemesinde;

Haklarında mahkumiyet kararı verilen sanıklar …, …, …, …, …, … ve … ile ilgili; TCK’nın 53/1-b maddesinde yazılı, “seçme, seçilme ve diğer siyasi hakları kullanmaktan” ibaresinin iptaline ilişkin 24.11.2015 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak aynı tarihte yürürlüğe giren Anayasa Mahkemesi’nin 08.10.2015 gün, 2014/140-2015/85 Esas ve Karar sayılı kararının infaz aşamasında gözetilmesi olanaklı görülmüştür.

Dosya ve duruşma tutanakları içeriğine, toplanıp karar yerinde incelenerek tartışılan elverişli kanıtlara, gerekçeye ve Hakimler Kurulu’nun takdirine göre, sanıklar …, …, …, …, … ve …, … savunmanları ile sanık … ile Cumhuriyet Savcısının temyiz itirazları yerinde görülmemiş olduğundan reddiyle, eleştiri dışında diğer yönleri usul ve yasaya uygun bulunan hükümlerin ONANMASINA,

II- Sanık … hakkında katılan … ve yakınan …’a yönelik ayrı ayrı yağma, sahtecilik suçları ile sanıklar …, …, …, … hakkında yakınan …’a yönelik yağmaya kalkışma, sanıklar …, …, …, … hakkında katılan …’ya yönelik yağma suçlarından kurulan mahkumiyet hükmü ile Cumhuriyet Savcısının sanık … hakkında katılan …’ya yönelik yağma ve örgüt üyeliği suçlarından kurulan beraat hükümlerine yönelik temyiz taleplerinin incelemesine gelince:

Diğer temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.

Ancak,

1- İddianamede (2.) olay olarak belirtilen eylemde;

Olay tarihinden önce yakınan …’ın babası … …’ın, sanık …’ın da amcaoğlu olan … …’ın bankadan çektiği 7.000.-TL kredi için kefil olduğu, ancak kredinin bu süre zarfında ödenmemesi üzerine sanık …’ın bu borca karşılık yakınana 3.150.-TL meblağlı senet verdiği, bu senedin de zamanında ödenmemesi neticesi icra takibi yapmasına sinirlenen sanık …’ın yakınanı tehdit ederek, 05.05.2008 günü bu anlaşmazlığın çözümü için sanıklar …, …, … ve …’le yakınanın işyerine birlikte giderek silah tehdidi ile yakınanı zorla araca bindirip Sitesinde bulunan bir lokantaya götürüp, burada konuştukları sırada güvenlik güçlerince yakalanan sanıklar …, …, …, …, … hakkında, “kişiyi hürriyetinden yoksun bırakma” ve “tehdit” suçlarından Tuzla Asliye Ceza Mahkemesine 27.05.2008 tarihinde kamu davası açıldığı ve yapılan yargılama sonucu aynı mahkeme tarafından 26/05/2009 gün, 2008/1176-2009/564 Esas ve Karar sayılı kararı ile sanıkların beraatına karar verildiği ve bu suçlara yönelik kararın temyiz edilmemesi neticesi kesinleştiğinin anlaşılması karşısında,

Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 09.07.2013 tarih ve 2012/2-1518 esas-2013/154 karar sayılı ilamında da değinildiği üzere,

Ceza muhakemesi yapılabilmesi için bir takım “olmazsa olmaz” (sine qua non) şartlar aranır. Muhakeme yapılmasına engel olan bu şartlardan birisi “Non bis in idem” olarak ifade edilen, hüküm veya açılmış dava bulunmamasıdır.

Kanunlarda açıkça yazılı olmadan da yaşayan bir hukuk normu olarak uygulanan, doktrinde de kabul olunan ve muhakeme hukukunun ana ilkelerinden olan “Non bis in idem” ilkesi 1412 sayılı CMUK’nun 253. maddesinin üçüncü fıkrasında; “Aynı konuda, aynı sanık için evvelce verilmiş bir hüküm veya açılmış bir dava var ise davanın reddine karar verilir”, 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı CMK’nun “Duruşmanın sona ermesi ve hüküm” başlıklı 223. maddesinin yedinci fıkrasında ise; “Aynı fiil nedeniyle, aynı sanık için önceden verilmiş bir hüküm veya açılmış bir dava varsa davanın reddine karar verilir” şeklinde düzenlenmiştir. Bu düzenlemelerden anlaşılacağı üzere, aynı fiil nedeniyle, aynı sanık hakkında önceden verilmiş bir hüküm veya açılmış bir dava varsa davanın reddine karar verilecektir.

Bu açıklamalar ışığında,

Somut olayımızda adı geçen sanıklar hakkında, aynı yakınana yönelik aynı tarihte gerçekleştirilen eylemler nedeniyle açılan kamu davasının CMK’nın 223/7. maddesi gereğince reddine karar verilmesi gerekirken, suç vasfının değişikliği gerekçe gösterilmek sureti ile yargılamaya devamla yazılı biçimde sanıkların mahkumiyetine karar verilmesi,

2-Sahtecilik yapılan nüfus cüzdanı ve pasaport üzerinde yapılan inceleme sonucu İstanbul Kriminal Polis Laboratuvarı tarafından 29.06.2010 tarihli düzenlenen ekspertiz raporunda, suça konu pasaport ve nüfus cüzdanındaki halen mevcut fotoğrafların, daha önce aynı yerlerdeki fotoğrafın sökülmesinden sonra yapıştırılmış olduklarının belirtilmesi karşısında;

Ayrıntıları Ceza Genel Kurulunun 14.10.2003 gün ve 232-250 sayılı, 09.10.2012 gün 2011/8-335 Esas 2012/1804 sayılı kararlarında da açıklandığı üzere, belgenin nesnel olarak aldatıcılık niteliğinin bulunması ve aldatma keyfiyetinin belgeden objektif olarak anlaşılması gerekir. Belgede sahtecilik suçunun oluşabilmesi için düzenlenen veya değiştirilen ya da kullanılan belgenin, gerçek olduğu yönünde kişiyi yanıltıcı nitelikte olması gerekmektedir. Aldatıcılık özelliği bu suçun temel unsuru olup, özel bir incelemeye tabi tutulmadıkça gerçek olmadığı anlaşılamayan belge, sahte belge olarak kabul edilmelidir. Sahteciliğin kişileri aldatacak nitelikte (nesnel) bulunup bulunmadığı ve ilk bakışta anlaşılabilir olup olmadığı, şüpheye yer vermeyecek şekilde belirlenmelidir. Belgelerde sahtecilik suçlarında aldatma yeteneğinin bulunup bulunmadığının takdir ve tayini hakime ait olup, suça konu ve sahte olduğu kabul edilen nüfus cüzdanı ve pasaportun incelenmek suretiyle, özellikleri duruşma tutanağına yazılarak, gerekçede aldatıcılık yeteneği irdelenip ne şekilde aldatıcılık niteliğine haiz olduğunun kararda açıklanıp tartışılarak denetime olanak verecek şekilde suça konu belge aslı dosya içerisinde bulundurulmadan eksik inceleme sonucu yazılı şekilde karar verilmesi,

3- İddianamede (1.) olay olarak belirtilen eylemde, sanıklardan … ile …’ün nakit ihtiyacı nedeniyle beyaz eşya ticareti ile uğraşan katılan …’dan olay tarihinden önce 2 adet 24.000.-TL’lik çek karşılığında 40.000.-TL nakit para aldıkları, çeklerin vade günü geldiğinde alacağı tahsil etmek isteyen katılanın çabalarının boşa çıkması üzerine söz konusu borcun icra takibine konu edileceği korkusu ile sanıklar … ve…’in bu çeklerin geri alınması konusunda alacak-borç ilişkisinin tarafı olmayan sanık …’dan yardım istediği, tapelere yansıyan görüşme kayıtlarında bu hususların açıkça anlaşıldığı, katılanın iş yerine önce sanıklar … ile sanık …’in beraber gidip borç ile ilgili konuşmalar yaparak sanık …’ın kendisini devlet görevlisi olarak tanıtıp gözdağı vermeye çalıştığı, ancak devam eden süreçte çeklerin alınması konusunda ısrarcı olan sanık …’ın telefon görüşme kayıtlarına göre sanık …’ün de isminden ve gücünden yararlanmak sureti ile söz konusu çekleri geri almaya çalışarak ikinci defa katılanın iş yerine kimliği tam olarak teşhis edilemeyen iki kişi ile birlikte giderek silah tehdidi ile katılanın 14-15.000.-TL nakit parası ile çeklerini zorla alarak olay yerinden ayrıldığı somut olayda,

a) Sanık …’in, katılana yönelik yağma eylemine doğrudan veya dolaylı surette katıldığına ilişkin kanıtlar denetime olanak verecek şekilde karar yerinde tartışılıp gösterilmeden, yerinde ve yeterli olmayan gerekçe ile yazılı şekilde yağma ve suç örgütü üyeliği suçlarından mahkumiyetine karar verilmesi,

b) Katılanın, operasyon sonrası düzenlenen 29.06.2010 tarihli canlı teşhis tutanağı içeriğine göre, sanıklardan …’ı “olay tarihinde sanık … ile birlikte iş yerine gelen ve onun talimatı ile elinde telsizle kapıda bekleyen kişi olarak” teşhis etmesine rağmen, 04.02.2011 tarihli duruşmada “kapı önünde duran şahsa benzettiğini”, 24.11.2011 tarihli duruşmada ise tam olarak hatırlamadığını ancak iş yeri çalışanı … …ın teşhis edebileceğini” beyan etmesi karşısında; adı geçenin olayın tek tanığı olması nedeniyle esasa dair anlatımları saptanmadan, eksik soruşturma ile yetinilerek, duruşmaya devamla yazılı şekilde sanık …’ın katılana yönelik eylemi nedeniyle yağma ve suç örgütü üyeliği suçlarından beraatine karar verilmesi,

c) Katılan …’dan yağmalandığı iddia olunan nakit para ve çeklerle ilgili olarak sanık … savunmanının 01.08.2012 ve devamı tarihli duruşmalarda, “ortaya çıkan zararın tam olarak tespitinden sonra lehlerine olan 5237 sayılı yasanın 168.maddesi ile uygulama olanağının tanınması yönündeki” talepleri doğrultusunda, gereğinde mağdurun bu yönde beyanı alınarak veya mahkeme tarafından re’sen belirleme yapılıp makul bir süre verilmek sureti ile karşılanma olanağı sağlanması gerektiği gözetilmeden, yargılamaya devamla yazılı şekilde karar verilmesi,

4- (3) numaralı bozma içeriğine göre sanık … hakkında 5237 sayılı Yasanın 39.maddesi ile uygulama yapılıp yapılamayacağının karar yerinde tartışmasız bırakılması,

Bozmayı gerektirmiş, sanıklar …, …, …, …, …, …, … savunmanları ve sanık … ile Cumhuriyet Savcısının temyiz itirazları bu bakımdan yerinde görülmüş olduğundan, hükmün açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, 29.06.2016 tarihinde (1), (3-c), (4) numaralı bozma nedenleri yönünden Sayın Üye …’un muhalefetine karşın oyçokluğu ile, karar verildi.

KARŞI OY

Sanıkların, mağdur …’a karşı eylemi ile ilgili açılan kamu davasının muhakemesi sonunda, Mahkemenin kurmuş olduğu hükümde bir isabetsizlik görmediğimden ve uygulamayı doğru bulduğumdan, bu hükme yönelik (1) numaralı bozma düşüncesi ile;

Oluş, dosya içeriği ve mevcut deliller karşısında ise yüksek çoğunluğun (3-c) ve (4) numaralı bozma düşüncelerine katılmıyorum.

KARŞI OY

6352 sayılı Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkında Kanunun 105/6. maddesi ile yürürlükten kaldırılan; ancak, aynı Kanunun geçici 2/4. maddesi uyarınca, bu mahkemelerde açılmış olan davalara, kesin hükümle sonuçlandırılıncaya kadar bakmakla görevlendirilen, CMK’nın yürürlükten kaldırılan 250/1. maddesine göre görevli mahkemeler, 6 Mart 2014 tarihli, mükerrer 28933 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6526 sayılı Terörle Mücadele Kanunu ve Ceza Muhakemesi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 1. maddesi ile 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununa eklenen geçici 14/1. maddesi gereğince kaldırılmışsa da, anılan maddenin 4. fıkrasına, “Bu mahkemelerce verilip Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığında veya Yargıtay’ın dairelerinde bulunan dosyaların incelenmesine devam olunur.” hükmü konulmuştur. Türkiye Cumhuriyetinin, konumu gereği; başta terör olmak üzere, örgütlü suçlarla mücadele edebilmesi için; Kanun Koyucunun özel yetkili mahkemeleri kaldırırken; kaldırma gerekçesinde ortaya koyduğu sakıncaları taşımayan; evrensel hukuk kurallarına uygun; yetki ve görev sınırları iyi çizilmiş; alt yapısı iyi oluşturulmuş; ihtisas mahkemelerine ihtiyaç olduğu, inancını taşıyorum.

Düşüncem bu olmakla birlikte, benim muhalefetim; bu mahkemeler kaldırılırken; dosyası henüz sonuçlanmamış sanıklarla; dosyası karara bağlanıp, Yargıtay’a gönderilmiş olan sanıklar arasında ayrım yapan yukarıda açıklandığı şekilde bir hükme yer verilmesinin, kaldırma nedenleriyle örtüşmediği ve çeliştiği noktasına ilişkindir.

Çünkü;

5271 sayılı Kanunun 2/f maddesi “kovuşturma: iddianamenin kabulü ile başlayıp, hükmün kesinleşmesine kadar geçen evreyi” ifade eder, şeklinde tanımlanmış olup, bu tanıma göre, temyiz aşamasındaki dosyalar kovuşturması devam eden derdest dosyalardır. Bu tanım karşısında, henüz kovuşturma süreci tamamlanmamış dosyalardan; özel yetkili mahkemelerce karar verilmemiş olanların genel (normal) ağır ceza mahkemelerine gönderilmesi; temyiz aşamasındakilerin ise Yargıtay tarafından incelenmesi yolunda düzenleme yapılmak suretiyle ayrıma gidilmesinin doğru bir çözüm şekli olmadığını düşünüyorum. Sebeplerini aşağıda açıklayacağım üzere, bu Kanun hükmüne rağmen; Yargıtay’da bulunan dosyalarında, aynen, karar verilmemiş dosyalarda olduğu gibi; hiçbir incelemeye tâbi tutulmadan salt, söz konusu mahkemelerin kaldırıldığı gerekçesi ile genel bir kanun bozması yapılıp, mahalline iade edilmeleri ve muhakemelerinin; genel (normal) mahkemelerde yapılmasının sağlanması görüşündeyim. Aksi bir çözüm, yani esasa girilerek bu dosyaların inceleneceği kuralına uyulması 10 Aralık 1948 tarihli İnsan Hakları Evrensel Beyannamesine ve 4 Kasım 1950 tarihli Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine aykırı olur.

Şöyle ki;

1-Özel Yetkili Mahkemeler, “Adil Yargılanma Hakkı” ve “Ağır Ceza Mahkemeleri” arasındaki ayrıma son vermek amacıyla kaldırılmış olup, bu husus anılan Kanunun genel ve sözü geçen madde gerekçesinde belirtilmiş; böylece, bütün Ağır Ceza Mahkemelerinin aynı usul kurallarına tâbi olması sağlanarak, adil yargılanma hakkı için gerekli olan özel soruşturma ve kovuşturma usullerine son verilmesi amaçlanmıştır. Bu amaç doğrultusunda baktığımızda; Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığında ve Yargıtay’ın dairelerinde bulunan dosyaların incelenmesine devam olunacağına ilişkin düzenlenme yapılması; İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin 10. ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddelerine uygun düşmez.

Zira, Kanun Koyucu, bizzat kendisi, özel yetkili mahkemeleri adil yargılanma hakkını temin etmek amacıyla kaldırıldığını, Kanun gerekçesinde yer vermesine ve bu mahkemelerin normal ağır ceza mahkemelerine göre, daha güvencesiz olduğunu kabul etmesine rağmen; bu mahkemelerce kurulan hükümlerin, normal ağır ceza mahkemelerinden verilen kararlar gibi incelenmesini öngörmesi; kaldırma gerekçesi ve amacıyla çelişen bir sonuç yaratır.

2- Mahkemeler, bütün işlemlerinde eşitlik ilkesine uygun hareket etmek zorundadırlar. 6526 sayılı Kanunla delil toplama yöntemleri değiştirilmiş; önceden CMK’nın 250. maddesi kapsamında kalan soruşturma ve kovuşturmalarda şüpheli ve sanıklar yönünden kısıtlayıcı hükümler kaldırılarak, hukukî güvenlik ile yargılama eşitliği sağlanmıştır. Ancak Özel Yetkili Mahkemelerin kaldırılması sonucu, bu mahkemelerce karara bağlanmayan ve diğer ağır ceza mahkemelerine gönderilen davaların sanıkları ile; kararları Yargıtay’da temyiz incelemesinde bulunan dosyaların sanıkları arasında ayrım yapılarak, fark yaratılması; İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin 7. maddesinde öngörülen eşitlik ilkesi ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin, sözleşmede yer alan hak ve özgürlüklerden ayrım gözetilmeksizin, herkesin yararlanmasını hüküm altına alan 14. maddesine ve iç hukukumuz yönünden de, Anayasamızın “Kanun önünde eşitlik” başlıklı 10; “Hak Arama Hürriyeti” başlıklı 36; “Kanunî Hâkim Güvencesi” başlıklı 37; “Suç ve Cezalar” başlıklı 38. maddelerine aykırılık oluşturur.

Görüldüğü üzere;

Söz konusu Kanunî düzenleme, bu hâliyle, hem Anayasamıza aykırıdır, hem de tarafı olduğumuz ve usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmalarla çatışmaktadır.

Şimdi, burada sorun, Anayasamıza ve yukarıda açıkladığımız milletlerarası antlaşmalara aykırılık oluşturan, anılan Kanun hükmünü aşıp aşamayacağımız; aşabilecek isek, bunu nasıl yapabileceğimiz noktasında toplanmaktadır.

Aslında, bu konu, bir sorun iken, Anayasamızın 90/5. maddesinde 07.05.2014 tarih ve 5170 sayılı Kanun’la yapılan değişiklikle, milletlerarası antlaşma hükümlerine üstünlük tanınarak, temelinden çözülmüş olup, bu gün için tartışma kalmamıştır.

Şöyle ki;

Anayasamızın 90/5. maddesi ile; bir kanun hükmüyle usulüne uygun olarak yürürlüğe girmiş, temel hak ve özgürlükleri düzenleyen bir antlaşma kuralının çatışması hâlinde, antlaşma hükümlerinin uygulanacağı kabul edilmiştir.

Bu hükümden hareketle somut olayımızı değerlendirecek olursak, 6526 sayılı Kanunun 1. maddesi ile Terörle Mücadele Kanununa eklenen geçici 14. maddenin 4. fıkrası son cümlesinin; Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ve Ülkemizin kabul ettiği milletlerarası antlaşmalar ile çeliştiği açıkça görülmekte olup, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin yukarıda açıklanan hükümlerine üstünlük tanınması suretiyle sorunun çözülmesi ve özel yetkili mahkemelerce verilen hükümlerin; başka yönleri incelenmeksizin, kanun önünde eşitlik ilkesi ve adil yargılanma hakkı gereğince, bütünüyle bozularak, genel (normal) ağır ceza mahkemelerinde; muhakemelerinin yapılması ve sonucuna göre, hüküm kurulması için bozulması gerekmektedir. Aksi bir düşüncenin kabul edilmesi; kanun koyucunun bu mahkemeleri kaldırma gerekçesi ve amacıyla çelişen sonuçlar doğuracağı gibi hukukun; adalet, yerindelik ve hukukî güvenlik başlıkları altında toplanabilecek temel değerlerine de aykırı olur, kanaatindeyim.

Bu nedenlerle söz konusu dosyada; yüksek çoğunluğun esasa girerek inceleme yapma görüşüne ve bu görüşe bağlı olarak verdiği karara katılmıyorum.

KARŞI OY

5.7.2012 günlü Resmi Gazete’de yayımlanan 6352 sayılı Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkında Kanunun 105/6. maddesi ile yürürlükten kaldırılan; ancak, aynı Kanunun geçici 2/4. maddesi uyarınca, bu mahkemelerde açılmış olan davalara, kesin hükümle sonuçlandırılıncaya kadar bakmakla görevlendirilen CMK’nın yürürlükten kaldırılan 250/1. maddesine göre görevli mahkemeler; 6 Mart 2014 tarihli, mükerrer 28933 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6526 sayılı Terörle Mücadele Kanunu ve Ceza Muhakemesi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 1. maddesi ile 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununa eklenen geçici 14/1. maddesi gereğince kaldırılmışsa da; anılan maddenin 4. fıkrasına, “Bu mahkemelerce verilip Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığında veya Yargıtayın dairelerinde bulunan dosyaların incelenmesine devam olunur.” hükmü konulmuştur. Sözü geçen bu hüküm, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine aykırıdır.

Şöyle ki;

1-Özel yetkili mahkemeler, “Adil Yargılanma Hakkı” ve “Yargı Birliği”ni sağlamak amacıyla kaldırılmıştır. Bu husus, anılan Kanunun genel gerekçesi ile sözü geçen madde gerekçesinde belirtilmiş; tüm ağır ceza mahkemelerinin aynı usul kurallarına tâbi olması amaçlanarak, adil yargılanma hakkı için gerekli olan özel soruşturma ve kovuşturma usullerine son verilmesi amaçlanmıştır.

Ancak, 6526 sayılı Kanunla, Terörle Mücadele Kanunu’na eklenen geçici 14. maddesinin 4. fıkrasının son cümlesinde, özel-genel mahkeme ayrımı sürdürülmekle; Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın “Kanun önünde eşitlik” başlıklı 10; “Hak arama hürriyeti” başlıklı 36; “Kanuni hâkim güvencesi” başlıklı 37 ve “Suç ve Cezalara ilişkin esaslar” başlıklı 38. maddeleri ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin adil yargılanma hakkına ilişkin 6. maddesine aykırı bir düzenleme yapılmış ve yargı birliği ilkesi ihlal edilmiştir.

2-Mahkemeler, bütün işlemlerinde, Anayasa’nın 10. maddesinde yer alan “Kanun önünde eşitlik” ilkesine uygun hareket etmek zorundadır. 6526 sayılı Kanunla kanıt toplama yöntemleri değişmiş; yargılama hukuku, hukuka uygun ve güvenilir hâle getirilmiştir. Önceden, CMK’nın 250. maddesi kapsamında kalan soruşturma ve kovuşturmalarda, şüpheli ve sanıklar yönünden mevcut kısıtlayıcı hükümler kaldırılmakla, kişilerin hukuki güvenlik hakları ile yargılama eşitliği sağlanmıştır.

3-Keza bu cümle, Anayasa’nın 36. maddesinde yer alan, “Hak arama hürriyeti ile herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu”; 37. maddesindeki, “Hiç kimse kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarılamayacağı” ve 38. maddesinde yer alan, “Kanuna aykırı olan elde edilmiş bulguların, delil olarak kabul edilemeyeceği” hükümlerine de aykırılık teşkil etmektedir.

4-Çağdaş anayasaların temel kurallarından birisi de kanun koyucunun abesle iştigal etmeyeceği kuralıdır. Kanun koyucu, CMK’nın 250. maddesi ile görevli mahkemeleri kaldırmakla, bu mahkemelerin, normal ağır ceza mahkemelerine göre daha güvencesiz olduğunu kabul etmiştir

5-CMK’nın 250. maddesi ile görevli mahkemelerin kaldırılarak diğer ağır ceza mahkemelerine gönderilen davaların sanıklarıyla, kararları Yargıtay’da temyiz incelemesinde bulunan dosyaların sanıkları arasında fark yaratılması da Anayasa’nın 10. maddesinde yazılı eşitlik ilkesine aykırılık oluşturmuştur.

6-Anayasa’nın 90/son maddesinde yer alan, “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır” kuralı gereği olarak da; yapılan düzenleme, AİHS’nin adil yargılanma hakkına ilişkin 6. maddesine aykırı olduğundan iptali gerekmektedir.

Özetle, 5526 sayılı Kanunun 1. maddesi ile Terörle Mücadele Kanununa eklenen geçici 14. maddenin 4. fıkrasının son cümlesi, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na ve Ülkemizin kabul ettiği milletlerarası antlaşmalara aykırı olduğundan, 152. madde uyarınca Anayasa Mahkemesine başvurulması ve verilecek karar sonucuna kadar temyiz incelemesinin geri bırakılması,

 

Lawyer Antalya

Recent Posts

SÖZLEŞME TÜRLERİ

SÖZLEŞME TÜRLERİ Hukukumuzda sözleşme serbestisi ilkesi olduğu için tarafların kanunda tamamlanmamış bambaşka sözleşmeler yapma veya…

3 hafta ago

Birden Fazla Ada ve Parsel Üzerinde Kurulu Bulunan Sitenin Ortak Gider Alacağının Tahsiline İlişkin Davalar

KAT MÜLKİYETİ DAVALARI 634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanunu (KMK), Genel Hükümler, Kat Mülkiyetinin ve Kat…

3 hafta ago

Nişanlanma

Nişanlanma, evliliğin kurulmasından önceki aşamayı oluşturur. Herhangi bir şekli şart gerekli değildir. Tarafların herhangi bir…

1 ay ago

Yalan Tanıklık Veya Gerçek Dışı Bilirkişilik Yapılması

Yargılamanın lehe yenilenmesi sebeplerinden birisi; yemin verilerek dinlenmiş olan bir tanık veya bilirkişinin hükmü etkileyecek…

1 ay ago

Ansökan Om Uppehållstillstånd i Turkiet

Frågor att ta hänsyn till vid ansökan om uppehållstillstånd i Turkiet Inledning Under de senaste…

3 ay ago

Teslim Edilen Eserin Ayıplı Olması

Eserin ayıplı olması, eserin sözleşmeye göre sahip olması gereken niteliklere sahip olmaması halidir. Bu da,…

4 ay ago