Yargı Kararları

tapu iptali ve tescil isteğinden vazgeçmiş olmasının taşınmazın bedelinden de vazgeçtiği anlamına gelmez

1. Hukuk Dairesi         2019/4293 E.  ,  2021/3301 K.

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ : İSTANBUL BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 1. HUKUK DAİRESİ
DAVA TÜRÜ : TAPU İPTALİ VE TESCİL-ALACAK

Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil, alacak davası sonunda, yerel mahkemece davanın reddine karar verilmiş, karara karşı davacı vekilinin istinaf başvurusu üzerine, bölge adliye mahkemesince, taraflar arasındaki inançlı işlem iddiasının banka dekontları ve davalının kısmi ikrarıyla ispatlandığı ancak davacının inanç sözleşmesinden kaynaklanan edimini eksik yerine getirdiği gerekçesiyle davacının istinaf başvurusunun HMK 353/1-b-2. maddesi gereğince kabulüne, yerel mahkeme kararının kaldırılmasına, tazminat isteğinin reddine ilişkin olarak verilen karar davacı vekili tarafından süresinde, davalı vekili tarafından yasal süre içerisinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 15.06.2021 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden daval … ve vekili Avukat … geldi, davetiye tebliğine rağmen diğer temyiz eden davacı … vekili Avukat v.d. gelmedi, yokluklarında duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekilin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:
-KARAR-

Dava, inançlı işlem hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil, mümkün olmazsa alacak isteğine ilişkin iken ıslahla taşınmaz bedelinin tahsili ve alacak isteğine dönüştürülmüştür.
Davacı, 712 ada 2 parsel sayılı taşınmazdaki B blok 15 nolu dairesini konut kredisi temini amacıyla daha sonra geri verilmek kaydıyla bankalar nezdinde kredibilitesi yüksek olan davalı …’e satış suretiyle temlik ettiğini, davalı tarafından temin edilen konut kredisinin tüm taksitlerini aralarındaki sözlü anlaşma gereğince ödeyip kredi borcunu kapatmasına rağmen davalının taşınmazı iadeden kaçındığını ileri sürerek tapu iptali ve tescile, mümkün olmazsa konut kredisine mahsuben yapmış olduğu ödemelerin tespitiyle, ödeme tarihinden tahsil tarihine kadar işleyecek olan faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiş, 28.09.2016 tarihli ıslah dilekçesiyle 260.000,00 TL taşınmaz bedelinin devir tarihinden; ödediğini iddia ettiği 93.518,00 TL kredi bedelinin ise ödeme tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte tahsilini istemiştir.
Davalı, taşınmazı davacıya elden 160.000,00 TL bedel ödeyerek satın aldığını, dava dışı ortak arkadaşlarının ricası ile bankadan 75.000,00 TL konut kredisi temin edip davacıya verdiğini, aralarındaki sözlü anlaşmaya göre kredi ödemelerini davacının yapması gerektiğini ancak davacının sonradan ödeme yapmamaya başladığını, kalan borcu kendisinin ödemek zorunda kaldığını, alacak isteğinin zamanaşımına uğradığını belirtip davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, iddiaların ispatlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, karara karşı davacı vekilinin istinaf başvurusu üzerine, bölge adliye mahkemesince, taraflar arasındaki inançlı işlem iddiasının banka dekontları ve davalının kısmi ikrarıyla ispatlandığı ancak davacının inanç sözleşmesinden kaynaklanan edimini eksik yerine getirdiği gerekçesiyle davacının istinaf başvurusunun HMK 353/1-b-2. maddesi gereğince kabulüne, yerel mahkeme kararının kaldırılmasına, tazminat isteğinin reddine, davacı tarafından kredi borcu için ödendiği sabit olan 93.518,00 TL’nin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden; davacının 712 ada 2 parseldeki B blok 15 nolu bağımsız bölümünü (çatı piyesli dubleks mesken) vekil kıldığı dava dışı Erol Uslu aracılığıyla 03.11.2008 tarihinde davalıya 12.000,00 TL bedelle satış suretiyle temlik ettiği, taşınmazın değerinin satış tarihinde 179.000,00 TL, dava tarihinde ise 260.000,00 TL olduğunun keşfen saptandığı, davalının 31.10.2008 tarihli konut finansmanı sözleşmesi dava dışı Garanti Bankasından 75.000,00 TL bedelli kredi temin ettiği ve banka lehine çekişme konusu taşınmaz üzerine 04.11.2008 tarihinde ipotek şerhi tesis edildiği, şerhin 29.12.2011 tarihinde fekkedildiği anlaşılmaktadır.
Bilindiği üzere; inanç sözleşmesi, inananla inanılan arasında yapılan, onların hak ve borçlarını belirleyen, inançlı muamelenin sona erme sebeplerini ve devredilen hakkın, inanılan tarafından inanana geri verme (iade) şartlarını içeren borçlandırıcı bir muameledir.
Bu sözleşme, taraflarının hak ve borçlarını kapsayan bağımsız bir akit olup, alacak ve mülkiyetin naklinin hukuki sebebini teşkil eder.
Taraflar böyle bir sözleşme ve buna bağlı işlemle genellikle, teminat teşkil etmek ve iade edilmek üzere, mal varlığına dahil bir şey veya hakkı, aynı amacı güden olağan hukuki muamelelerden daha güçlü bir hukuki durum yaratarak, inanılana inançlı olarak kazandırmak için başvururlar. Diğer bir anlatımla, bu işlemle borçlu, alacaklısına malını rehin edecek, yani yalnızca sınırlı ayni bir hak tanıyacak yerde, malının mülkiyetini geçirerek rehin hakkından daha güçlü, daha ileri giden bir hak tanır.
Sözleşmenin ve buna bağlı temlikin, değinilen bu özellikleri nedeniyle, taşınmazı inanç sözleşmesi ile satan kimsenin artık sadece, ödünç almış olduğu parayı geri vererek taşınmazını kendisine temlik edilmesini istemek yolunda bir alacak hakkı; taşınmazı, inanç sözleşmesi ile alan kimsenin de borcun ödenmesi gününe kadar taşınmazı başkasına satmamak ve borç ödenince de geri vermek yolunda yalnızca bir borcu kalmıştır.
Uygulamada mesele, 05.02.1947 tarih 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme kararı ile ilişkilendirilip, bu karar dayanak yapılmak suretiyle çözüme gidilmektedir. Söz konusu kararda; eski hukuka göre mümkün ve geçerli olan muvazaa ve nam-ı müstear iddialarının, Medeni Kanunun yürürlüğünden sonra taşınmaz mallar hakkında dinlenip dinlenemeyeceği tartışılmıştır. Anılan kararda; çeşitli sebep ve amaçlarla bir taşınmaz kaydına gerçek malik yerine başka bir nam ve bir sözleşmede akitlerden biri yerine üçüncü bir şahsın gösterilmesinin mümkün olduğu, bu gibi hallerde vekilin kendi namına ve müvekkili hesabına yaptığı tasarruflarda olduğu gibi hukuki bir durum veya herhangi bir maksatla üçüncü şahıslardan gerçeği gizleme gayesi güdülebileceği, “kötüniyetli ve haksız gizlemeler” dışında,belirtilen olasılıklara göre açılacak bir davanın, gerçekten, ya mevcut bir hakka dayanarak bir el değiştirme veya bir hakkın korunması niteliğini taşıyacağı; bu durumun da, temsil ve vekalet ilişkisinde, mülkiyette halefiyet esası olarak kabul edilmiş bir husus olup, halefiyeti düzeltme amacıyla öncelikle mülkiyetin vekile aidiyeti düşünülse bile, temsil hükümlerine aykırı olduğundan bunun korunması ve devamına hükmolunamayacağı, zira TBK’nin 509. maddesindeki “Vekilin, kendi adına ve vekâlet veren hesabına gördüğü işlerden doğan üçüncü kişilerdeki alacağı, vekâlet verenin vekile karşı bütün borçlarını ifa ettiği anda, kendiliğinden vekâlet verene geçer.” hükmünün bu düşünceyi doğruladığı, öte yandan gerek taşınır, gerek taşınmaz mallara ilişkin olsun nam-ı müstear hadiselerinde, meselenin bir istihkak ve mülkiyet davası niteliğini geçemeyeceğinden, ne resmi senet, ne de şekil meselesinin bahse konu olamayacağı, meselenin akitte ve isimde muvazaayı kapsamına alan TBK’nin 19. maddesi kapsamında düşünülmesinin kanunun amacına uygun düşeceğine, değinildikten sonra sonuçta, nam-ı müstear davalarının dinlenebilir ve yazılı delil ile ispatının mümkün olduğuna, hükmolunmuştur.
İçtihadı Bileştirme kararlarının konularıyla sınırlı, sonuçlarıyla bağlayıcı bulunduğu tartışmasızdır. Nam-ı müstear için düzenleme getiren 1947 tarihli kararın, teminat amacıyla temlike dair inanç sözleşmelerini kapsadığı da kuşkusuzdur. Uygulamada anılan sözleşmeler gerek özü,gerek işleyişi açısından,genelde muvazaa, özelde ise nam-ı müstear başlıkları altında nitelendirilegelmektedir. Belirtilen İçtihadı Birleştirme Kararında da değinildiği üzere; inanç sözleşmeleri bir yandan mülkiyeti nakil borcu doğurması bakımından tarafları bağlayıcı, diğer yandan, mülkiyetin naklinin sebebini teşkil etmesi açısından tasarruf işlemlerini bünyesinde barındıran sözleşmelerdir. Bu durumda koşulların oluşması halinde taşınmaz mülkiyetini nakil özelliğini taşıdığı kabul edilmelidir. İçtihadı Birleştirme kararının sonuç bölümünde ifade olunduğu üzere, inançlı işleme dayalı olup dinlenilirliği kabul edilen iddiaların ispatı, şekle bağlı olmayan yazılı delildir. İnanç sözleşmesi olarak adlandırılan bu belgenin sözleşmeye taraf olanların imzasını içermesi gereklidir. Bunun dışındaki bir kabul, hem İçtihadı Birleştirme kararının kapsamının genişletilmesi, hemde taşınmazların tapu dışı satışlarına olanak sağlamak anlamını taşıyacağından kendine özgü bu sözleşmelerle bağdaştırılamaz.
05.02.1947 tarihli 20/6 sayılı İnançları Birleştirme kararı uyarınca, inançlı işleme dayalı iddianın, şekle bağlı olmayan yazılı delille kanıtlanması gerekeceği kuşkusuzdur. Şayet, ispat külfeti kendisinde olan tarafın yazılı bir belgesi yok ise ancak taraflar arasında gerçekleştirilen mektup, banka dekontu, yazışmalar gibi birtakım belgeler var ise bunların yazılı delil başlangıcı sayılacağı ve iddianın her türlü delille kanıtlanmasının olanaklı hale geleceği sabittir. Şayet, yazılı delil başlangıcı sayılacak böylesi bir olgu da bulunmuyor ise iddia sahibinin son başvuracağı delilin karşı tarafa yemin teklif etme hakkı olduğu da şüphesizdir.
Somut olaya gelince, davacı tarafından bir kısım kredi bedellerinin ödendiği mahkemenin de kabulündedir.
Hal böyle olunca, bu ödemelerin delil başlangıcı niteliğinde olduğu sonucuna varılmakla inançlı işlem iddiasının ispatı bakımından tarafların göstermiş oldukları sair delillerin de toplanıp, davacının tapu iptali ve tescil isteğinden vazgeçmiş olmasının taşınmazın bedelinden de vazgeçtiği anlamına gelmeyeceği gözetilerek yukarıdaki ilkeler doğrultusunda inceleme ve araştırma yapılması gerekirken yanılgılı değerlendirme ve eksik soruşturma ile yazılı olduğu üzere karar verilmesi doğru değildir.
Tarafların değinilen yön itibariyle yerinde görülen temyiz itirazlarının kabulü ile 6100 sayılı HMK’nın 371/1-a maddesi gereğince İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesi kararının BOZULMASINA, HMK’nun 373/2. maddesi gereğince dosyanın kararı veren İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesine gönderilmesine, 24.11.2020 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi gereğince gelen temyiz eden taraflardan davalı vekili için 3.050.00.-TL. duruşma vekâlet ücretinin duruşmaya katılmayan karşı temyiz edenden alınmasına, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 15/06/2021 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Fatih Üçgül

Recent Posts

SÖZLEŞME TÜRLERİ

SÖZLEŞME TÜRLERİ Hukukumuzda sözleşme serbestisi ilkesi olduğu için tarafların kanunda tamamlanmamış bambaşka sözleşmeler yapma veya…

4 ay ago

Birden Fazla Ada ve Parsel Üzerinde Kurulu Bulunan Sitenin Ortak Gider Alacağının Tahsiline İlişkin Davalar

KAT MÜLKİYETİ DAVALARI 634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanunu (KMK), Genel Hükümler, Kat Mülkiyetinin ve Kat…

4 ay ago

Nişanlanma

Nişanlanma, evliliğin kurulmasından önceki aşamayı oluşturur. Herhangi bir şekli şart gerekli değildir. Tarafların herhangi bir…

4 ay ago

Yalan Tanıklık Veya Gerçek Dışı Bilirkişilik Yapılması

Yargılamanın lehe yenilenmesi sebeplerinden birisi; yemin verilerek dinlenmiş olan bir tanık veya bilirkişinin hükmü etkileyecek…

4 ay ago

Ansökan Om Uppehållstillstånd i Turkiet

Frågor att ta hänsyn till vid ansökan om uppehållstillstånd i Turkiet Inledning Under de senaste…

6 ay ago

Teslim Edilen Eserin Ayıplı Olması

Eserin ayıplı olması, eserin sözleşmeye göre sahip olması gereken niteliklere sahip olmaması halidir. Bu da,…

7 ay ago