Bilgi Deposu

İşçilik Alacaklarında Belirsiz Alacak Davası – Fazla Çalışma Ve Genel Tatil Alacakları Yargıtay Kararı

Özet:

iş hukukundan kaynaklanan alacaklar bakımından baştan belirli veya belirsiz alacak davası şeklinde belirleme yapmak kural olarak doğru ve mümkün değildir. Bu sebeple iş hukukunda da belirsiz alacak davasının açılabilmesi, bu davanın açılması için gerekli şartların varlığına bağlıdır. Eğer bu şartlar varsa, iş hukukunda da belirsiz alacak davası açılabilir, yoksa açılamaz. Keza aynı şey kısmî dava için söz konusudur.
Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında eldeki davaya konu somut olayın özellikleri dikkate alınarak belirsiz alacak davası yönünden yapılan değerlendirmede;
Davanın, 6100 sayılı Kanun’un 107. maddesi gereğince belirsiz alacak davası olarak açıldığı şüphesizdir. Fazla çalışma ve genel tatil alacakları yönünden, davacı haftada kaç saat fazla çalışma yaptığını, hangi genel tatillerde çalıştığını belirleyebilmekte ise de hakimin hesaplanan miktardan hangi oranda takdiri indirim yapacağını bilebilecek durumda değildir. Bu sebeple fazla çalışma ve genel tatil alacakları belirsiz alacak davasına konu edilebilir.

T.C.
Yargıtay
22. Hukuk Dairesi

Esas No:2014/28532
Karar No:2016/1243
K. Tarihi:20.1.2016

Y A R G I T A Y İ L A M I

MAHKEMESİ : İş Mahkemesi

DAVA : Davacı-karşı davalı, kıdem tazminatı, fazla mesai, ulusal bayram ve genel tatil ile hafta tatili ücreti alacaklarının ödetilmesine, davalı-karşı davacı ise ihbar tazminatı alacağının tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Mahkeme, asıl davanın kabulüne karşı davanın ise reddine karar vermiştir.
Hüküm süresi içinde taraflar avukatları tarafından temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

Y A R G I T A Y K A R A R I

Davacı karşı davalı vekili, davanın 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 107. maddesi gereğince belirsiz alacağı tespiti ve tahsili davası olduğunu, davacının 10.05.2007-30.04.2011 tarihleri arasında kesintisiz şoför olarak aylık 900,00 TL ücret ile çalıştığını, iş sözleşmesinin davacı işçi tarafından maaşların sürekli geç yatırılması, iş tanımı dışında çalıştırılmak istenmesi ve diğer sebepler ile haklı feshedildiğini, haftada altı gün sadece pazar günleri tatil yaparak 08:30-19:30 saatleri arasında çalıştığını, ayrıca haftada en az iki sefer akşam çıkıp gece dönmek sureti ile seramik taşıdığını, çalıştığı dönemde hiç yıllık izin kullanmadığını, 29 Ekim hariç diğer ulusal bayram genel tatil günlerinde çalıştığını, baskı ve tüm haklarının ödeneceği vaadi ile ibraname imzalatıldığını belirterek kıdem tazminatı ile bir kısım işçilik alacağının davalıdan tahsilini talep etmiştir.
Davalı karşı davacı vekili, davacının 30.04.2011 tarihinde davalı işyerinden istifa ederek ayrıldığını, davacının iş sözleşmesini haklı sebep ile değil yeni bir iş bulması sebebi ile feshettiğini, davacının ve diğer işçilerin maaşlarında günlerinde aldıklarını, davacının mesai saatleri dışında şehir dışına gönderilmesinin söz konusu olmadığını, davalı işyerinin ulusal bayram genel tatil günlerinde kapalı olduğunu, davalı şirkette 09:00-18:00 saatleri arasında cumartesi günleri de beş saatlik mesai kapsamında işçilerin çalıştığını, davacının işi bırakarak davalı işverenliği zor durumda bıraktığını, ihbar süresine uymaksızın işten ayrıldığını belirterek davanın reddine karar verilmesini, karşı dava olarak ihbar tazminatının davacı karşı davalıdan tahsilini talep etmiştir.
Mahkemece, toplanan deliller ve bilirkişi raporuna dayanılarak, davanın kısmen kabulüne karşı davanın reddine karar verilmiştir.
Kararı taraflar vekilleri temyiz etmiştir.
1-Dosyadaki yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davalının tüm temyiz itirazları ile davacının aşağıdaki bentlerin kapsamı dışındaki tüm temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir.
2-Taraflar arasında öncelikle çözümlenmesi gereken uyuşmazlık, davanın belirsiz alacak davası türünde açılabilmesi için gerekli şartları taşıyıp taşımadığı noktasında toplanmaktadır.
01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Kanun’un 107. maddesiyle, mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda yer almayan yeni bir dava türü olarak belirsiz alacak ve tespit davası kabul edilmiştir.
6100 sayılı Kanun’un 107. maddesine göre,
“(1) Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.
(2) Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir.
(3) Ayrıca, kısmi eda davasının açılabildiği hâllerde, tespit davası da açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul edilir.”
Hükümet tasarısında yer almayan bu madde, Türkiye Büyük Millet Meclisi Adalet Komisyonu tarafından, esasen baştan miktar veya değeri tam tespit edilemeyen bir alacakla ilgili hak arama durumunda olan kişinin, hukuk sisteminde karşılaştığı güçlüklerin bertaraf edilerek hak arama özgürlüğü çerçevesinde mümkün olduğunca en geniş şekilde korunmasının sağlanması gerekçesi üzerinde durularak ihdas edilmiş ve nihayetinde kanunlaşmıştır.
Davanın belirsiz alacak davası türünde açılabilmesi için, davanın açıldığı tarih itibariyle uyuşmazlığa konu alacağın miktar veya değerinin tam ve kesin olarak davacı tarafca belirlenememesi gereklidir. Belirleyememe hali, davacının gerekli dikkat ve özeni göstermesine rağmen miktar veya değerin belirlenmesinin kendisinden gerçekten beklenilmemesi durumuna ya da objektif olarak imkansızlığa dayanmalıdır.
Madde gerekçesinde “Alacaklının bu tür bir dava açması için, dava açacağı miktar ya da değeri tam ve kesin olarak gerçekten belirlemesi mümkün olmamalı ya da bu objektif olarak imkânsız olmalıdır. Açılacak davanın miktarı biliniyor yahut tespit edilebiliyorsa, böyle bir dava açılamaz. Çünkü, her davada arandığı gibi, burada da hukukî yarar aranacaktır, böyle bir durumda hukukî yararın bulunduğundan söz edilemez. Özellikle, kısmî davaya ilişkin yeni hükümler de dikkate alınıp birlikte değerlendirildiğinde, baştan tespiti mümkün olan hâllerde bu yola başvurulması kabul edilemez.” şeklindeki açıklamayla, alacağın belirli veya belirlenebilir nitelikte olması durumunda, belirsiz alacak davası açılarak bu davanın sağladığı imkanlardan yararlanmanın mümkün olmadığına işaret edilmiştir.
Alacağın hangi hallerde belirsiz, hangi hallerde belirli veya belirlenebilir olduğu hususunda kesin bir sınıflandırma yapılması mümkün olmayıp, her bir davaya konu alacak bakımından somut olayın özelliklerinin nazara alınarak sonuca gidilmesi gereklidir.
6100 sayılı Kanun’un 107/2. maddesinde, sorunun çözümünde yol gösterici mahiyette kriterlere yer verilmiştir. Anılan madde fıkrasında, karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacının, iddianın genişletilmesi yasağına tâbi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabileceği hüküm altına alınmış, madde gerekçesinde de “karşı tarafın verdiği bilgiler ve sunduğu delillerle ya da delillerin incelenmesi ve tahkikat işlemleri sonucu (örneği bilirkişi ya da keşif incelemesi sonucu)” belirlenebilme hali açıklanmıştır.
Davacının alacağının miktar veya değerini belirleyebilmesi için elinde bulunması gerekli bilgi ve belgelere sahip olmaması ve bu belgelere dava açma hazırlığı döneminde ulaşmasının da (gerçekten) mümkün olmaması ve dolayısıyla alacağın miktarının belirlenmesinin karşı tarafın elinde bulunan bilgi ve belgelerin sunulmasıyla mümkün hale geleceği durumlarda alacak belirsiz kabul edilmelidir.
Sırf taraflar arasında alacak miktarı bakımından uyuşmazlık bulunması, talep sonucunun belirlenmesinin davacıdan beklenemeyecek olması anlamına gelmez. Önemli olan objektif olarak talep sonucunun belirlenmesinin davacıdan beklenemeyecek olmasıdır. Sadece alacak miktarının taraflar arasında uyuşmazlık bulunması ya da tartışmalı olmasının belirsiz alacak davası açılması için yeterli sayılması halinde, neredeyse tüm davaların belirsiz alacak davası olarak kabulü gerekir ki, bu da kanunun amacına aykırıdır. Çünkü, zaten uyuşmazlık bulunduğu için dava açılmakta ve uyuşmazlık mahkeme önüne gelmektedir. Önemli olan davacının talebini belirli kılacak imkâna sahip olup olmadığıdır. Burada, alacağın belirlenebilir olması ile ispat edilebilirliğinin de ayrıca değerlendirilmesi gerektiği unutulmamalıdır. Davacının talep ettiği alacağı belirlenmesi objektif olarak mümkün, ancak belirlyebildiği alacağını ispat etmesi, kanunun öngördüğü şekilde ispatı (elindeki delillerle) mümkün değilse, burada da belirsiz alacak davası açılacağından söz edilemez. Çünkü, bir alacağın belirlenmesi ile onun ispatı ayrı şeylerdir. Davacı, talep konusu yaptığı alacağını çok net şekilde belirleyebilir; ancak her zaman onu ispat edecek durumda olmayabilir. Aksinin kabulü, her ispat güçlüğü olan alacağı belirsiz alacağa dönüştürmek gibi, hem kanunun amacına hem de genel ilkelere aykırı bir durumu ortaya çıkartabilir.
Alacağın miktarının belirlenebilmesinin, tahkikat aşamasında yapılacak delillerin incelenmesi, bilirkişi incelemesi veya keşif gibi sair işlemlerin yapılmasına bağlı olduğu durumlarda da belirsiz alacak davası açılabileceği kabul edilmelidir. Ne var ki, bir davada bilirkişi incelemesine gidilmesi belirsiz alacak davasının açılabilmesi için yeterli değildir. Bir davada bilirkişiye başvurulmasına rağmen davacı dava açarken alacak miktarını belirleyebiliyorsa, belirsiz alacak davası açılamaz.
Kategorik olarak, belirli bir tür davanın veya belirli kişilerin açtığı davaların baştan belirli veya belirsiz alacak davası olduğundan da sözedilemez. Belirsiz alacak davası, bu davaya ilişkin ölçütlerin somut olaya uygulanarak belirlenmesi gerekir.
Hakime alacak miktarının tayin ve tespitinde takdir yetkisi tanındığı hallerde (Örn: 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu md 50, 51,56), hakimin kullanacağı takdir yetkisi sonucu alacak belirli hale gelebileceğinden, davacının davanın açıldığı tarih itibariyle alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin imkansız olduğu kabul edilmelidir. Örneğin, iş hukuku uygulamasında, Yargıtayca, fazla çalışma, hafta tatili, ulusal bayram ve genel tatil ücreti alacaklarının yazılı belgelere ve işyeri kayıtlarına dayanmayıp, şahit anlatımlarına dayanması halinde, hesaba esas alınan süre ve alacağın miktarı nazara alınarak takdir edilecek uygun oranda takdiri indirim yapılması gerekliliği kabul edilmektedir. Bu halde, şahit anlatımlarına dayanılarak hesaplanan alacak miktarından hakimin takdir yetkisine bağlı olarak yapılacak indirim oranı baştan belirli olmadığından, alacak belirsiz kabul edilmelidir.
6100 sayılı Kanun ile birlikte, yukarıda belirtilen çerçevede belirsiz alacak davası açma imkanı tanınarak belirsiz alacaklar bakımından hak arama özgürlüğü genişletilmiş; bununla bağlantılı olarak da hukuki yarar bulunmadan kısmi dava açma imkanı sınırlandırılmakla birlikte, tamamen kaldırılmamıştır.
Zaman zaman, 6100 sayılı Kanun ile birlikte kabul edilen belirsiz alacak davası ile kısmi davaya ilişkin yeni düzenlemedeki sınırın tam olarak tespit edilemediği, birinin diğeri yerine kullanıldığı görülmektedir. Oysa bu iki davanın amacı ve niteliği ayrıdır. Alacak, belirli veya belirlenebilir ise, belirsiz alacak davası açılamaz; ancak şartları varsa kısmi dava açılması mümkündür.
Kanunun kısmi dava açma imkanını sınırlamakla birlikte tamamen ortadan kaldırmadığı da gözetildiğinde, belirli alacaklar için, belirsiz alacak davası açılamasa da, şartları oluştuğunda ve hukuki yarar bulunduğunda kısmi dava açılması mümkündür. Aksi halde, sadece ya belirsiz alacak davası açma veya belirli tam alacak davası açma şeklinde iki imkandan sözedilebilir ki, o zaman da kısmi davaya ilişkin 6100 sayılı Kanun’un 109. maddesindeki hükmün fiilen uygulanması söz konusu olamayacaktır. Çünkü, belirsiz alacak davasında zaten belirsiz alacak davasının sağladığı imkanlardan yararlanarak dava açılabilecek; şayet alacak belirli ise de, o zaman sadece tam eda davası açılabilecektir. Oysa kanun koyucunun abesle iştigal etmeyeceği prensibi gereği, anılan maddeyle kısmi davaya ilişkin düzenleme yapıldığı düşünülerek ve Kanundaki sınırlamalara dikkat edilerek kısmi dava açılabilecektir.
Bu noktada şu da açıklığa kavuşturulmalıdır ki, şartları bulunmadığı halde dava dilekçesinde davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığı durumda davacıya herhangi bir süre verilmeden hukuki yarar yokluğundan davanın reddi yoluna gidilmelidir. Çünkü, alacağın belirlenebilmesi mümkün iken, böyle bir davanın açılmasına Kanun izin vermemiştir. Böyle bir durumda, belirsiz alacak davası açmakta hukuki yarar yokluğundan dava reddedilmeli, ek bir süre verilmemelidir. Zira, burada talep açıktır, bu sebeple 6100 sayılı Kanun’un 119/1-ğ. maddesinin uygulanarak süre verilmesi mümkün değildir; aslında açılmaması gerektiği halde belirsiz alacak davası açılmış olduğundan, bu konudaki eksiklik de süre verilerek tamamlanamayacağından, dava hukuki yarar yokluğundan reddedilmelidir.
Buradaki hukuki yarar, sonradan tamamlanacak nitelikte bir hukuki yarar değildir. Çünkü, dava açıldığında o sırada mevcut olmayan hukuki yarar, bunun da açıkça mahkemece bilindiği bir durumda, tamamlanacak bir hukuki yarar değildir. Aksinin kabulü, aslında açık olan talep sonucunun süre verilerek davacı tarafından değiştirilmesi ve bulunmayan hukuki yararın sağlanması için davacıya ek imkan sağlanması anlamına gelecektir ki, buna usûl bakımından imkan yoktur, böyle bir durum taraflar arasındaki eşitlik ilkesine de aykırı olacaktır. Bunun yanında, şayet açılan davada asgari bir miktar gösterilmişse ve bunun alacağın bir bölümü olduğu anlaşılmakla birlikte, belirsiz alacak davası mı yoksa belirli alacak olmakla birlikte kısmi dava mı olduğu anlaşılamıyorsa, bu durumda 6100 sayılı Kanun’un 119/1-ğ. maddesinin aradığı şekilde açıkça talep sonucu belirtilmemiş olacaktır. Talep, talep türü ve davanın niteliği açıkça anlaşılamıyorsa, talep muğlaksa, aynı Kanun’un 119/2. maddesi gereğince, davacıya bir haftalık kesin süre verilerek talebinin belirsiz alacak davası mı, yoksa kısmi dava mı olduğunun belirtilmesi istenmelidir. Verilen bu süreden sonra, davacının talebini açıklamasına göre bir yol izlenmelidir. Eğer talep, davacı tarafından belirsiz alacak davası şeklinde açıklanmış olmakla birlikte, gerçekte belirsiz alacak davası şartlarını taşımıyorsa, o zaman yukarıdaki şekilde hareket edilmeli, hukuki yarar yokluğundan dava reddedilmelidir. Açıklamadan sonra talep belirsiz alacak davası şartlarını taşıyorsa, bu davanın sonuçlarına göre, talep kısmi davanın şartlarını taşıyorsa da kısmi davanın sonuçlarına göre dava yürütülerek karar verilmelidir (Dairemizin 31.12.2012 tarih 2012/30463 esas 2012/30091 karar sayılı kararı). 6100 sayılı Kanun’un 110. maddesinde düzenlenen, davacının aynı davalıya karşı birbirinden bağımsız birden fazla asli talebini aynı dava dilekçesinde ileri sürmesi olarak tanımlanan davaların yığılması (objektif dava birleşmesi) halinde, talep sayısı sayısı kadar dava bulunduğu kabul edildiğinden ve aynı Kanun’un 297/2. maddesi uyarınca da her bir talep bakımından ayrı ayrı hüküm verilmesi gerektiğinden, bu durumda da dava dilekçesinde ileri sürülen taleplerin belirsiz alacak olup olmadığının her bir talep bakımından ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekecektir.
Tüm bu açıklamalar sonucunda şunu belirtmek gerekir ki, iş hukukundan kaynaklanan alacaklar bakımından baştan belirli veya belirsiz alacak davası şeklinde belirleme yapmak kural olarak doğru ve mümkün değildir. Bu sebeple iş hukukunda da belirsiz alacak davasının açılabilmesi, bu davanın açılması için gerekli şartların varlığına bağlıdır. Eğer bu şartlar varsa, iş hukukunda da belirsiz alacak davası açılabilir, yoksa açılamaz. Keza aynı şey kısmî dava için söz konusudur.
Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında eldeki davaya konu somut olayın özellikleri dikkate alınarak belirsiz alacak davası yönünden yapılan değerlendirmede;
Davanın, 6100 sayılı Kanun’un 107. maddesi gereğince belirsiz alacak davası olarak açıldığı şüphesizdir. Fazla çalışma ve genel tatil alacakları yönünden, davacı haftada kaç saat fazla çalışma yaptığını, hangi genel tatillerde çalıştığını belirleyebilmekte ise de hakimin hesaplanan miktardan hangi oranda takdiri indirim yapacağını bilebilecek durumda değildir. Bu sebeple fazla çalışma ve genel tatil alacakları belirsiz alacak davasına konu edilebilir.
Uyuşmazlık konusu kıdem tazminatı bakımından, talep içeriğinden açıkça anlaşıldığı üzere, davacı çalışma süresini, en son ödenen ücreti, alması gerektiğini iddia ettiği aylık ücret miktarını belirleyebilmektedir. Tazminat hesaplamasına esas alınacak aylık ücrete ek para veya parayla ölçülebilen sosyal menfaatleri de belirlenebilir durumdadır. Bu halde kıdem tazminatı belirsiz alacak değildir. Dava konusu edilen alacakların gerçekte belirlenebilir alacak olmaları ve belirsiz alacak davasına konu edilemeyecekleri anlaşılmakla, kıdem tazminatı yönünden hukuki yarar yokluğundan davanın usulden reddi gerekirken yazılı şekilde esasa girilerek karar verilmesi hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir.
3-Az yukarıda açıklandığı üzere fazla çalışma ve genel tatil alacaklarının belirsiz alacak davasına konu edilebilecek nitelikte alacak oldukları ve davacı vekili tarafından belirsiz alacak davası açılarak talepte bulunulduğu anlaşılmakla; belirsiz alacak davasında, davanın açılması ile alacağın tamamına ilişkin zamanaşımı süresi kesildiğinden, 6100 sayılı Kanun’un. 107/2. maddesi gereğince talebin arttırılması ıslah olarak nitelendirilip ıslaha karşı zamanaşımı def’inin dikkate alınması isabetli olmamıştır. Talep arttırım dilekçesi ile talep edilen miktarlar zamanaşımına uğramayacağından, bu miktarlara göre hüküm kurulması gerektiği gözetilmeden sonuca gidilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ: Hükmün yukarıda açıklanan sebeple BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek olması halinde ilgiliye iadesine, 20.01.2016 tarihinde oyçokluğu ile karar verildi.

Uyuşmazlık; işçilik alacağına ilişkin davanın, “belirsiz alacak davası” niteliğinde açılabilmesi için gerekli koşulların bulunup bulunmadığı; belirsiz alacak davasının kısmi davaya konu edilip edilemeyeceği; davanın “belirsiz alacak davası” şeklinde açılmasına karşın, mahkemece belirsiz alacak davası açma koşullarının gerçekleşmediği sonucuna varıldığında, davanın türüne ilişkin hukuki yarar şartının, sonradan tamamlanabilir bir dava şartı olup olmadığı noktalarında toplanmaktadır.
Bilindiği üzere, 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 107 nci maddesinde; yeni bir dava türü olan ve mülga 1086 sayılı Yasada yer almayan “belirsiz alacak davası” kavramına yer verilmiş ve bu davanın “tespit davası” olarak da açılabileceği kabul edilmiştir. Söz konusu 107 nci maddeye göre davacı; davanın açıldığı tarih itibariyle alacağın miktarının yahut değerinin “tam ve kesin olarak” belirlenmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilecektir. Karşı tarafın verdiği bilgi ve/veya belgeler yahut tahkikat sonucu, alacağın miktarı veya değerini tam ve kesin olarak belirleyebilecek konuma geldiği anda; davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın dava dilekçesinde belirttiği talep miktarını artırabilecektir. Bunun yanı sıra, söz konusu madde hükmü uyarınca davacı; belirsiz alacak davasını eda davası olarak ikame yerine, tespit davası şeklinde açma yoluna da gidebilecektir. Özetlemek gerekirse, belirsiz alacak davası açma koşullarının bulunması halinde davacı; 107 nci maddenin ilk fıkrası anlamında belirsiz alacak davası (eda davası) açabileceği gibi, tespit davası (md.107/3) ya da kısmi dava (md.109) açma yollarına da başvurabilecektir.
Hükümet tasarısında yer almamasına karşın, Türkiye Büyük Millet Meclisi Adalet Komisyonu tarafından, bahse konu yasa maddesi düzenlenerek; esas itibariyle, önceden miktar veya değerini tam tespit edemediği bir alacağını elde etmek için dava açma durumunda kalan kişinin, özellikle alacağın zamanaşımına uğramaması ve faiz başlangıç tarihi açısından, haklarının korunmasının amaçlandığı gözlenmektedir. Bu itibarla, yasa hükmünden hareketle; belirsiz alacak davasının açılabilmesi için, davanın açıldığı tarih itibariyle uyuşmazlığa konu alacağın miktar veya değerinin, davacı tarafından “tam ve kesin olarak” belirlenememesi gerekir. Ancak madde gerekçesindeki anlatımlar ışığında denilebilir ki; buradaki belirleyememe hali objektif koşullara bağlı bulunmalıdır. Diğer bir anlatımla davacının, yeterli hukuki bilgiye ve hesaplama yapabilme donanımına sahip olması halinde dahi, yargılama yapılmaksızın alacağın miktar veya değerinin tam ve kesin biçimde belirlenmesi, objektif olarak kendisinden beklenmemelidir. Bu konuda 107 inci maddenin yukarıda değinilen fıkrası hükmünün, gerek objektiflik kıstasının daha net olarak anlaşılması, gerekse “belirsizlik” koşulunun ortadan kalktığı andan itibaren davacının izleyebileceği yolun tayini açısından önem arzettiği görülmektedir.
Belirsiz alacak davası koşullarının ve bu arada objektiflik unsurunun, işçi alacaklarına ilişkin davalarda nasıl anlaşılması gerektiği konusuna gelince;
Bilindiği üzere; işçi ve işveren arasındaki iş ve sosyal güvenlik hukukuna ilişkin hak ve yükümlülüklere dair belge düzenleme, bunları mevzuat uyarınca ilgili kuruma gönderme, esas itibariyle işverene ait bir yükümlülük olarak karşımıza çıkmaktadır (4857 Sayılı İş Kanunu md. 8, 32, 37, 67, 75.). Bu noktada, belirsiz alacak davası açma koşulları ile ispat hukuku kurallarının birbiriyle hiç irtibatı olmadığı söylenebilir mi? Dairenin çoğunluk görüşünün aksine; kanaatimizce, 107 inci maddenin ilk fıkrasındaki “tam ve kesin olarak” ibaresi ile ikinci fıkranın açık hükmü karşısında, bu soruya olumlu cevap vermek pek mümkün görünmemektedir. İster davacının bilgi ve donanım eksikliğinden, isterse karmaşık işlem gerektirmesinden kaynaklansın; hesap raporu alınmasını gerektiren her durumda alacağın belirsiz olduğunu söylemek elbette ki doğru değildir. Bununla birlikte, dava dilekçesinde alacağın karşı tarafın elindeki bilgi ve belgelere ulaşılamaması nedeniyle “tam ve kesin olarak” belirlenemediğinin iddia edildiği ve bunun somutlaştırıldığı durumlarda, belirsiz alacak davası açma yoluna başvurulabileceği kabul edilmelidir.
Dairenin çoğunluk görüşünde; bir taraftan, kategorik olarak bir kısım dava türlerinin veya belirli bazı kişilerce açılan davaların, baştan belirli veya belirsiz alacak davası olduğundan söz edilemeyeceğine vurguda bulunulurken; diğer taraftan, kıdem ve ihbar tazminatları ile yıllık izin alacağı gibi alacakların “belirlenebilir” olduklarından bahisle, belirsiz alacak davasına konu edilemeyeceklerinin kabul edilmesi kanaatimizce çelişki oluşturmaktadır. Zira, herhangi bir yasal dayanağı bulunmamasına karşın, alacağın belirlenebilir olmasından bahsedilerek, belirsiz alacak davası açılamayacağı sonucuna uluşmak, yasa hükmündeki “tam ve kesin olarak” ibaresi karşısında, doğru bir çözüm tarzı değildir. Bu nedenle; davacı, dilekçesinde hangi nedenlerden dolayı alacağın miktar veya değerini tam ve kesin olarak belirleyemediğini somut olarak ortaya koyabiliyor ise; davanın belirsiz alacak davası olarak açılabilmesi açısından alacak türünün herhangi bir önemi bulunmamalıdır.
Konuyu daha somutlaştırmak gerekirse;
Kıdem ve ihbar tazminatları ile yıllık izin alacağına ilişkin bir dava dilekçesinde; işçinin, işyerinde on yıl süreyle, aylık 1000 TL ücretle çalıştığı ve son yıla ait yıllık iznini kullanılmadığı iddiasıyla belirsiz alacak davası açıldığı; ancak, davanın neden belirsiz olduğuna ilişkin hiçbir sebep ortaya konulmadığını farzedildiğinde; böyle bir davanın belirsiz alacak davası olarak kabul edilmesi kanaatimizce de mümkün görünmemektedir. Ancak davacı; yaklaşık on yıllık çalışmasının bazı dönemlerinin sigortasız gerçekleştirildiğini; bir kısım çalışmalarının ise Sosyal Sigorta Kurumuna eksik olarak ve davalının değişik işyerlerinden bildirildiğini, ücretlerinin bir kısmının elden ödendiğini, yıllık izinlerinin parça parça, dağınık ve eksik kullandırıldığını; işyerinin sağladığı yol, yemek ve giyecek yardımının hesabına dair elinde hiçbir belge bulunmadığını; dağıtılan bahşişlerin yanı sıra, prim ve ikramiye alacaklarıyla ilgili kayıtların, keza yıllık izin defteri örneğinin temin edilemediğini ileri sürdüğünde; mahkemece, böyle bir davanın belirsiz alacak davası olarak sonuçlandırılması mümkün müdür?
Dairenin çoğunluk görüşünde ileri sürülen argümanlara göre; böyle bir halde dahi, davanın belirsiz alacak davası olarak açılması mümkün görünmemektedir. Zira, bahsi geçen görüşe göre; davanın ispat edilebilirliği tamamen farklı bir konu olması itibariyle, bu halde dahi belirsiz alacak davası açma koşullarının bulunmadığının kabulü gerekir. Ancak, 107 nci maddenin düzenleniş şekli ve hükmün konuya ilişkin çok açık anlatımı, bu şekildeki bir yoruma elverişli görünmemektedir. Belirtilen çözüm tarzının, Yasa koyucunun görüşünün de aynı doğrultuda olduğu düşüncesiyle benimsenmesi, kanaatimizce yerinde değildir. Yasanın gerekçesinden ya da yasa koyucunun varsayılan amacından yola çıkılarak, yasa metniyle açıkça çelişir şekilde yoruma gidilmesi kabul edilemez.
Bunun yanı sıra, kıdem ve ihbar tazminatlarıyla yıllık izin ücreti alacağına ilişkin bir belirsiz alacak davasında; davalı işveren tarafından cevap dilekçesiyle, davanın belirsiz alacak davası olarak açılmasının yerinde olduğu; gerçekten işçinin bir dönem sigortasız olarak çalıştırılmak zorunda kalındığı; ücretlerinin her ay değişkenlik gösterebildiği; uzun süredir sabit bir ücret ödenemediği; yol ve yemek yardımlarıyla ilgili belgeleri ekte sundukları; dolayısıyla, mahkemece davacının alacaklarının tam olarak belirlenmesinin kendilerince de arzu edildiği savunulduğunda; yerel mahkemece bu halde de davanın belirsiz alacak davasına konu edilemeyeceğine hükmedilebilir mi? Kanaatimizce böyle bir durumda “alacağın yaklaşık olarak belirlenebileceğinden” bahisle veya ispat hukukunun farklılığından sözedilerek, davanın hukuki yarar yokluğu gerekçesiyle reddi doğru olmayıp, belirsiz alacak davası koşullarının varlığı kabul edilmelidir.
Diğer yandan; 6100 sayılı Yasanın 114 üncü maddesinde, davacının dava açmakta hukuki yararının bulunması dava şartı olarak benimsenmiş; belirsiz alacaklara ilişkin açılan tespit davalarında da, davacının hukuki yararının bulunduğu varsayılmıştır (md.107/3). Kanaatimizce; belirsiz alacak davası açıldığında, alacağın belirli olup olmadığı tartışmalı ise, konunun netleştirilmesi ve hukuki yarar bulunup bulunmadığının saptanması açısından; 115 inci maddenin ikinci fıkrasının ikinci ve üçüncü cümlelerinin işletilmesi ve davacıya kesin süre tanınması; gerek usul ekonomisi gerekse kişilerin mağduriyetinin önlenmesi açısından isabetli olacaktır.
Yukarıda açıklanan nedenlerle; gerekçe ve esas itibariyle, Dairenin (2) numaralı bozma görüşüne iştirak edilmemiştir. 20.01.2016

 

Lawyer Antalya

Recent Posts

SÖZLEŞME TÜRLERİ

SÖZLEŞME TÜRLERİ Hukukumuzda sözleşme serbestisi ilkesi olduğu için tarafların kanunda tamamlanmamış bambaşka sözleşmeler yapma veya…

4 ay ago

Birden Fazla Ada ve Parsel Üzerinde Kurulu Bulunan Sitenin Ortak Gider Alacağının Tahsiline İlişkin Davalar

KAT MÜLKİYETİ DAVALARI 634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanunu (KMK), Genel Hükümler, Kat Mülkiyetinin ve Kat…

4 ay ago

Nişanlanma

Nişanlanma, evliliğin kurulmasından önceki aşamayı oluşturur. Herhangi bir şekli şart gerekli değildir. Tarafların herhangi bir…

4 ay ago

Yalan Tanıklık Veya Gerçek Dışı Bilirkişilik Yapılması

Yargılamanın lehe yenilenmesi sebeplerinden birisi; yemin verilerek dinlenmiş olan bir tanık veya bilirkişinin hükmü etkileyecek…

5 ay ago

Ansökan Om Uppehållstillstånd i Turkiet

Frågor att ta hänsyn till vid ansökan om uppehållstillstånd i Turkiet Inledning Under de senaste…

7 ay ago

Teslim Edilen Eserin Ayıplı Olması

Eserin ayıplı olması, eserin sözleşmeye göre sahip olması gereken niteliklere sahip olmaması halidir. Bu da,…

7 ay ago