Yargı Kararları

DAVA YABANCI MAHKEMECE VERİLEN KAYYIM TAYİNİ KARARININ TANIMA VE TENFİZİ

T.C. YARGITAY
18.Hukuk Dairesi

Esas: 2013/19774
Karar: 2014/6261
Karar Tarihi: 07.04.2014

TENFİZ DAVASI – DAVA YABANCI MAHKEMECE VERİLEN KAYYIM TAYİNİ KARARININ TANIMA VE TENFİZİ İSTEMİNE İLİŞKİN OLUP ŞARTLARI OLUŞTUĞUNDAN DAVANIN KABULÜNE KARAR VERİLMESİ GEREKTİĞİ – DAVANIN REDDİNİN İSABETSİZLİĞİ

ÖZET: Dava yabancı mahkemece verilen kayyım tayini kararının tanıma ve tenfizi istemine ilişkin olup şartları oluştuğundan davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken, yerinde bulunmayan gerekçe ile reddi doğru görülmemiştir.

(AİHS m. 6) (5718 S. K. m. 3, 9, 10, 54, 58) (4721 S. K. m. 411, 412, 426, 427, 428, 430, 431) (YİBK 10.02.2012 T. 2010/1 E. 2012/1 K.)

Dava ve Karar: Dava dilekçesinde, Y. Z.’e kayyım tayinine dair yabancı mahkeme kararının tenfizi istenilmiştir. Mahkemece davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Temyiz isteminin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü:

Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin eşi Y. Z.’in geçirdiği kalp krizinden sonra tetraparezli uyanık komada kaldığını, konuşamadığını, hareket edemediğini ve kendisini ifade edecek durumda olmadığını, bu nedenle Pforzheim Asliye Hukuk Mahkemesine yapılan başvuru sonucunda müvekkilinin, eşi Y. Z.’e kayyım tayin edildiğini belirterek bu kararın tenfizini istemiş; mahkemece, dava konusunun, Türk mahkemelerinin münhasır yetkisi kapsamına girmesi nedeniyle yabancı mahkeme kararlarının tanınması ve tenfizine karar verilemeyeceği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

2675 sayılı MÖHUK’nu yürürlükten kaldırıp, 12.12.2007 tarihinde yürürlüğe giren 5718 sayılı MÖHUK’nun yabancı mahkemece verilen ilamların tanınmasına ilişkin 58.maddesi, yabancı mahkeme ilamının kesin delil veya kesin hüküm olarak kabul edilebilmesinin yabancı ilamın tenfiz şartlarını taşıdığının mahkemece tespitine bağlı olduğunu, tanımada 54. maddenin birinci fıkrasının (a) bendinin uygulanmayacağını, ihtilafsız kaza kararlarının tanınmasının da aynı hükme tabi bulunduğunu, yabancı mahkeme ilamına dayanılarak Türkiye’de idari bir işlemin yapılmasında da aynı usulün uygulanacağı hükme bağlanmış, 54/b maddesi ise, yabancı mahkeme ilamının tenfizinde Türk Mahkemelerinin münhasır yetkisine girmeyen bir konuda verilmesi şartını getirmiş, 10/1 ve 3. maddelerinde de vesayet veya kısıtlılık kararı verilmesi veya sona erdirilmesi sebeplerinin, hakkında vesayet veya kısıtlılık kararı verilmesi veya sona erdirilmesi istenen kişinin milli hukukuna bağlı olduğunu, vesayet veya kısıtlılık kararı verilmesi veya sona erdirilmesi sebepleri dışında kalan bütün kısıtlılık veya vesayete ilişkin hususların ve kayyımlığın Türk hukukuna tabi olacağını açıkça belirtmiştir.

Burada vesayet ve kayyımlık hükümlerinde uygulanacak hukuk yönünden ikili bir ayırım yapıldığı görülmekte olup, Kanunda kısıtlama kararı verilmesi ya da verilen kısıtlama kararının kaldırılmasında, ilgilinin milli hukuku yetkili hukuk olarak belirlenmesine karşılık; kısaca vesayetin yönetimi olarak ifade edilebilecek olan kısıtlının kişiliği, bakımı, sağlığı, eğitimi, temsili, malvarlığının yönetimi, vasi ile vesayet ve denetim makamının görev, yetki ve sorumlulukları hakkında ise Türk hukuku yetkili kılınmıştır.

Esasen Hukuk Genel Kurulunca kısıtlama kararlarının (vasi atanması kararları) tanınamayacağı kabul edilirken, açıklanan gerekçede vesayetin yönetimi hakkındaki kararlar nedeniyle doğabilecek olası sakıncaların giderilmesinin amaçlandığı belirtilmiştir. Yasa koyucu da Hukuk Genel Kurulunun kararında belirtilen muhtemel sakıncaları önlemek amacıyla 5718 Sayılı Yasanın 10/3. maddesinde Türk hukukunu yetkili kılmıştır. Hukuk Genel Kurulu kararının vesayete ilişkin tüm alanlarla birlikte kayyımlık alanında da uygulanmasının kabulü halinde, yabancı ülke vatandaşı olan kişinin kendi ülkesinde milli hukuku (5718 Sayılı Kanun m.10/1) uyarınca ve doğal olarak vatandaşı olduğu devletin mahkemesi tarafından verilen kısıtlılık kararının Türkiye’de tanınmasına karar verilemeyecektir.

Bu durumda yabancının Türkiye’de yeniden dava açması ve Türk Mahkemelerinin de ilgilinin milli hukukuna göre karar vermesi gerekecektir. Bu uygulama ise yabancı mahkemelerin, mensubu olduğu devletin vatandaşları üzerinde yargılama yapma ve karar verme yetkisine müdahale niteliğindedir. 5718 sayılı Kanundaki hükümlerin amacı da dikkate alındığında, yabancı mahkemelere Türk vatandaşlarının kişi hallerine ilişkin olarak öngörülen kurallara göre, yargılama yapıp karar verme yetkisinin bulunduğu tartışmasızdır. Yabancı mahkemelere açıklanan konularda verilen yetki uyarınca, bunların aldıkları kararların tanınmaması mümkün değildir.

Zira, yabancı mahkemece verilen ilamlarının tanınmaması Türk vatandaşlarına bir yük getirebilecek ve kendi milli hukukundan istifadesi yabancı hukuka göre daha da zorlaşacaktır. Yabancı ülkelerde yaşayan Türk vatandaşlarını yabancı mahkemece verilen kayyımlık kararının tanınmaması halinde, aynı davayı Türk mahkemelerinde açmaya zorlama, 5718 Sayılı Yasanın amacına aykırıdır. Türk Medeni Kanununun 426-428. maddeleri arasında düzenlenen kayyımlığa ilişkin hükümlerin gerçekleşip gerçekleşmediği yapılacak yargılama sonucunda belirleneceğinden, bu duruma düşen bir kişinin milli hukukunun uygulama alanı olan ülkesine getirilmek zorunda bırakılması, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesinde yer alan adil yargılanma ve hukuki dinlenilme hakkını ciddi biçimde engelleyecek bir uygulamadır. Ayrıca 5718 sayılı Yasada da kayyımlık ile ilgili özel ve ayrık bir hüküm zaten yer almamaktadır.

Münhasır (kesin) yetki kuralları, davanın sadece Türk mahkemelerinde görülmesini sağlamak amacıyla konulan ve bunu temin eden kurallar olup, temel dayanağı kamu düzenidir. Türk hukukunun temel değerleri, Türk genel adap ve ahlak anlayışı, Türk Kanunlarının dayandığı temel adalet duygusu ve genel siyaseti, Anayasada yer alan temel hak ve özgürlükler, milletlerarası alanda geçerli ortak ve özel hukuka ait iyiniyet prensibine dayanan kurallar, medeni toplulukların müştereken benimsedikleri ahlak ilkeleri ve adalet anlayışının ifadesi olan hukuk normları, toplumun medeniyet seviyesi, siyasi ve ekonomik rejim ile insan hak ve özgürlükleri, milli hukukumuzdaki kamu düzeninin dayanağını oluşturmaktadır. Kamu düzeni, tarafların uymak zorunda oldukları kamu ve özel hukuktan doğan ve tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edemeyecekleri kuralların bütünü olarak anlaşılmalıdır.

5718 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanunun 54/c maddesinde, hükmün kamu düzenine açıkça aykırı bulunmaması hali tenfiz şartları içinde sayılmış olup, buna göre, yabancı mahkeme kararının verilmesinde uygulanan hukuk ve bunun hangi ölçütlere göre uygulandığı değil, yabancı kararın Türkiye’de icra edilmesi halinde meydana gelecek sonuçların Türk kamu düzenini ihlal edip etmeyeceğinin araştırılması gerekir. Anılan maddede yer alan “Hükmün kamu düzenine açıkça aykırı bulunmaması” ifadesinden, yabancı mahkeme kararının esasına uygulanan hukukun Türk kamu düzenine aykırılığının incelenemeyeceği, sadece hükmün tenfizi neticesinde ortaya çıkan hukuki sonuçların kamu düzenine aykırı olması halinde yabancı mahkeme kararının tenfizi isteminin reddedileceği sonucuna varılmalıdır. Esasa uygulanan hukukun Türk Hukukundan farklı bulunması ya da Türk Hukukunun emredici kurallarına aykırı olması gibi nedenlerle yabancı kararın tenfiz istemi reddedilemez. (YİBGK.nun 10.02.2012 gün ve 2010/1 esas 2012/1 karar sayılı içtihatı)
Burada esas alınması gereken kıstas, milli hukuk ile kamu düzeninin dayanağını oluşturan ve yukarıda açıklanan hususlardır. Türk hukukunda, kamu düzenine ilişkin yetki kurallarından bazıları münhasır yetki hükmüdür. Münhasır yetki kuralları, devletin kendi ülke ve sınırları içerisinde haiz olduğu mutlak güç ve yetkiyi ifade eden, devletin egemenlik ve hükümranlık haklarının kullanmasını gösteren ve simgeleyen kurallardır. Burada önemli olan Türk Hukukundaki kamu düzenine ilişkin her yetki kuralının münhasır bir yetki kuralı olmamasıdır. Yetki kuralının münhasır yetki hükmü getirmiş olup olmadığı, yetki kuralının ifadesinden ve konuluş gayesinden hareketle belirlenebilir. Münhasır yetki kuralı o maddenin ifadesinden, konuluş amacından ve yabancı unsurlu davaların özellikleri nazara alınarak tayin edilir.

Türk Medeni Kanunu’nun 431. maddesinde, “Vasinin atanması usulüne ilişkin kuralların kayyım ve yasal danışman atanmasında da uygulanır.” 430. maddesinde “Temsil kayyımı, kendisine kayyım atanacak kimsenin yerleşim yeri vesayet makamı tarafından atanır. Yönetim kayyımı, malvarlığının büyük bölümünün yönetildiği veya temsil edilen kimsenin payına düşen malların bulunduğu yer vesayet makamı tarafından atanır.” 411. maddesinde ”Vesayet işlerinde yetki küçüğün veya kısıtlının yerleşim yerindeki vesayet dairelerine aittir.” hükmü, 412. maddesinde ise ”Vesayet makamının izni olmadıkça vesayet altındaki kişi yerleşim yerini değiştiremez. Yerleşim yerinin değişmesi halinde yetki, yeni vesayet dairelerine geçer. Bu takdirde kısıtlama yeni yerleşim yerinde ilan olunur.” hükmü, 19. maddesinde ise “Yerleşim yeri bir kimsenin sürekli kalma niyetiyle oturduğu yerdir. Bir kimsenin aynı zamanda birden çok yerleşim yeri olamaz.” hükümleri getirilmiştir. 5490 sayılı Yasanın 3/e maddesinde de yerleşim yerinin sürekli kalma niyetiyle oturulan yeri ifade edeceği, aynı Kanunun 50/2 ve bu Kanuna dayanılarak çıkartılıp 15.08.2007 tarihinde yürürlüğe konulmuş bulunan Adres Kayıt Sistemi Yönetmeliğinin 13/1. maddesinde ise; yerleşim yeri adreslerinin tutulmasında kişilerin yazılı beyanı esas alınacağı, adres beyan formundaki bildirimler aksi sabit oluncaya kadar geçerli olduğu belirtilmiştir.

Yerleşim yeri ile ilgili olarak getirilen kıstaslardan, yerleşim yerinin kesinlik ifade etmediği, koşulların ve sürekli kalma niyetinin değişmesi ile kısıtlama kararı verildikten sonra vesayet makamının izni ile değişebileceği göz önüne alındığında bu niteliği itibariyle değişmez ve mutlak olmadığı açıkça görülmektedir.

Yargıtay uygulamalarında, Türk Medeni Kanunu’nun 411, 412 ve 430.maddelerindeki yetkinin kesin ve kamu düzenine ilişkin olduğu kabul edilmektedir. Ancak, yukarıda da ifade edildiği gibi, kesin ve kamu düzenine ilişkin her yetki kuralı, milletlerarası hukuk yönünden münhasır yetki değildir.

Dava konusu somut olayda Türk vatandaşı olup Almanya’da yaşayan 1947 doğumlu Y. Z.’e Pforzheim Asliye Hukuk Mahkemesinin 07.02.2012 tarihli kararı ile aynı zamanda Türk vatandaşı da olan eşi davacı kayyım olarak atanmıştır. Karar içeriğinden, kayyım tayininin Alman Medeni Kanunu uyarınca yapıldığı ve kayyım tayin etme nedeninin Türk Medeni Kanunu’nun 427.maddesine de uygun nitelikte olduğu anlaşılmaktadır. Her ne kadar; kısıtlıya milli (Türk) hukuk uygulanmamış ise de, bu hususu tenfiz ve tanıma engeli olarak düzenleyen 2675 sayılı Kanunun 38/e maddesi, 5718 sayılı Kanunda yer almamıştır. Dava tarihi itibariyle uygulanacak Kanun, 2675 değil, 5718 sayılı Kanundur. Çünkü 2675 sayılı Yasa yürürlükten kaldırılmıştır. Yabancı mahkeme ilamının tanınması veya tenfizine karar verilebilmesi için, ilamın taraflarının veya en az birinin Türk vatandaşı olmasına gerek bulunmamaktadır. Taraflar Türk vatandaşı olmasalar bile hukuki menfaatlerinin bulunması koşuluyla yabancı ilamın tenfizini veya tanınmasını isteyebilirler.

Yukarıda ayrıntılı olarak açıklandığı üzere, bu hususun tek başına kamu düzenine aykırılık oluşturmayacağı açıktır. MÖHUK’un 9. ve 10. maddelerinde yer alan hak ve fiil ehliyeti ile vesayet veya kısıtlılık kararı verilmesi sebepleri, vesayet ve kısıtlılık kararı verilmesi veya sona erdirilmesi istenen kişinin milli hukukuna tabidir hükmü, milli hukukta mevcut olması şartıyla yabancı mahkemeler tarafından da verilebileceği şeklinde yorumlanması gerekir. Çünkü vesayet, kısıtlılık ve kayyımlık müesseseleri hem Alman hem de Türk hukukunda mevcut olduğundan, Türk hukukunda mevcut olmayan bir müessese hakkında Alman mahkemelerinin vermiş olduğu bir karardan da söz edilemez.

Bu alanda dikkate alınması gerekli temel ölçütlerden birisi de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin ihlal edilip edilmemesidir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, kişilerin yararının gözetilmesini herşeyin üstünde tutmaktadır. Alman mahkemesi tarafından verilen kayyım tayini kararı; kendisine kayyım atanan kişinin Almanya’daki hukuki menfaatlerini koruyacağı gibi, bu kararın Türk mahkemeleri tarafından tanınması ile de kısıtlanan kişinin Türkiye’deki menfaatleri korunacaktır. Alman mahkemesi tarafından Türk milli hukuku ile çatışmayacak ve hatta aynı paralelde verdiği karar milli hukuka ve münhasır yetki ya da kamu düzenine aykırı değildir.

Öte yandan 1905 tarihli “Kısıtlamaya ve Benzer Tedbirlere İlişkin La Haye Sözleşmesi”nin 3. ve 7. maddelerinde; kural olarak milli hukukun ve milli Devlet mahkemelerinin yetkili olmasına karşın kendisine kayyım tayin edilecek şahsın bulunduğu yer (Almanya) makamları da, ilgilinin milli hukukuna (Türk Hukukuna) veya bulunma yeri hukukuna (Alman Hukukuna) göre kayyım tayini kararı alabilecekleri öngörülmüştür.

Açıklanan tüm bu nedenlerle, dava yabancı mahkemece verilen kayyım tayini kararının tanıma ve tenfizi istemine ilişkin olup şartları oluştuğundan davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken, yerinde bulunmayan gerekçe ile reddi doğru görülmemiştir.

Sonuç: Bu itibarla yukarıda açıklanan esaslar göz önünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK.nun 428.maddesi gereğince bozulmasına, temyiz peşin harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 07.04.2014 gününde oybirliği ile, karar verildi. (¤¤)

Sinerji Mevzuat ve İçtihat Programı

Lawyer Antalya

Recent Posts

SÖZLEŞME TÜRLERİ

SÖZLEŞME TÜRLERİ Hukukumuzda sözleşme serbestisi ilkesi olduğu için tarafların kanunda tamamlanmamış bambaşka sözleşmeler yapma veya…

3 hafta ago

Birden Fazla Ada ve Parsel Üzerinde Kurulu Bulunan Sitenin Ortak Gider Alacağının Tahsiline İlişkin Davalar

KAT MÜLKİYETİ DAVALARI 634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanunu (KMK), Genel Hükümler, Kat Mülkiyetinin ve Kat…

3 hafta ago

Nişanlanma

Nişanlanma, evliliğin kurulmasından önceki aşamayı oluşturur. Herhangi bir şekli şart gerekli değildir. Tarafların herhangi bir…

1 ay ago

Yalan Tanıklık Veya Gerçek Dışı Bilirkişilik Yapılması

Yargılamanın lehe yenilenmesi sebeplerinden birisi; yemin verilerek dinlenmiş olan bir tanık veya bilirkişinin hükmü etkileyecek…

1 ay ago

Ansökan Om Uppehållstillstånd i Turkiet

Frågor att ta hänsyn till vid ansökan om uppehållstillstånd i Turkiet Inledning Under de senaste…

3 ay ago

Teslim Edilen Eserin Ayıplı Olması

Eserin ayıplı olması, eserin sözleşmeye göre sahip olması gereken niteliklere sahip olmaması halidir. Bu da,…

4 ay ago